26 Eylül 2010 Pazar

ne dedim kimbilir


bu sıra mini mini birler çalışkan ikiler modunda pek cabbar ceval atakan günlerimdeyim. 2 yıl önceki ruh halimi yakaladım galiba. kendimi her şeyi başarabileceğime ikna etmiş durumdayım. ve de bir de kitap okumaya çok keskin bir dönüş yaptım. okuyorum artık bir şeyler, çok iyi oluyor çok da güzel oluyor. deneyin %100 çalışıyor. tabi geyik potansiyelimden de bir gram kaybetmiş değilim.

Geyik dedim de geyik yapacak ortamım yok arkadaş. bi tek buna üzülüyorum. şu anda beraber çalıştığım tayfa ile dilimiz pek uyuşmuyor. şimdi sakın yanlış anlamayın da (bu lafa da kılım "yanlış anlama" belki sen yanlış anlatıyosun ne belli, alla alla) ben diğer arkadaşların yanında fazla entel kaldım resmen. kullandığım kelimeler bile çok yabancı geliyor, halbuki bildiğimiz türkçe konuşuyorum ben de. yani araya ingilizce kelime falan katmıyorum hiç. neyse.

bir dolu diziler filmler bir şeyler izliyorum. tabi izliyorum diye anlatmak durumunda değilim. ya da yazmak. bu noktada şöyle bi düşünce olabiliyor. "yeaa o kadar izledim bari yazayım da boşa gitmesin" şimdi bu biraz saçma bi yaklaşım. zira izlediğin şeyleri birileri okusun diye yazmak filmin dizinin boşa gitmemesini sağlayacaksa sen zaten boşa izlemişsin, zira o izlediklerin başkalarına anlatmak için değil kendine bi katkı olsun diye izlediğin şeyler olmalı. yani tabi bana göre bu böyle. başkaları tam tersini düşünebilir. gerçi genel olarak arkadaş ortamlarını düşünecek olursak millet dizileri filmleri, ufkunu açmak için değil de " yea bi bi şey izledim şöyle şöyle" diyip çok entellektüelim hımm havaları yakalamaya çalışabiliyor. ama o havaları yemiyoruz tabi. hıh.

o kadar yazdım madem şimdi izlediklerimi yazsam mı yazmasam mı bilemedim. resmen arada kaldım lan. kendi kendimi kaosa sürükledim iyi mi?

tivitırda 1900'lü tivitlere geldim ve bu bence biraz kötü oldu. zira uluslararası ilişkiler okumuş bi insan olarak yazdığım her tivitin sayıyı arttırmasını yıl bazlı olarak şey ediyorum. mesela 1914. tivit, aha birinci dünya savaşı başladı vs. artık ne kadar düz ne kadar monoton bir heyatım varsa böyle şeylerle bi ekşın yakalama çabasındayım. mesela şu an tam 1918 tane tivit yazmışım ve birinci dünya savaşı bitti sırasıyla sevr, lozan ondan sonra kurtuluş savaşı sonra meclisi kuracaz ve ardından cumhuriyeti kuracaz harf devrimi derken manyağa bağlıyoruz. bu postun da sonuna gelmiş olayım daha fazla şey etmeden.

**ilk görsel ne alaka diyeceksiniz muhtemelen, aslında hiç alakası yok ama google'a geyik yazınca görsellerde bu çıkıyor. öyle, ne bileyim.

saygılar bizden efenim.

17 Eylül 2010 Cuma

bir yazı yazdımki, dönemem.

akademiyi bırakmaya karar vermeseydim şu kadar zaman yazamayışımı "entellektüel blokaj" gibi süslü kelime öbeği ile negzel tanımlayabilirdim ama ben kendim artık son derece normal işi olan sabah işine giden akşam evine gelen bi insanım dolayısıyla vay arkadaş ne oldu bana böyle de ben yazamaz hale geldim? ben bu hallere düşecek insan mıydım? olarak tanımlıyorum.

neyse ne diyodum evet efenim artık bir işim var böyle bildiğin iş, ciddi bir kurum gerçi ekip çok neşeli, işin kendisi de neşeli zaten bence. pis zenginci insanlara mobilya satıyoruz. gördüğünüz gibi gayet düz bi iş. zaten bi dolu insan da lan o kadar okudun üniversite yetmedi yüksek lisans bile yaptın (tam yapmadım ama yaptım varsayıyorum ben kendimi zira çok çileli bi iki sene oldu, ühüh) şimdi tezgahtarlık mı yapcan? dediler. lise mezunu aynı bu işi yapan erkek bi kuzenim var hatta o bana "madem bu işi yapacaktın liseden sonra bu işe girseydin en azından tecrüben olurdu" dedi. ben de kendisine " yalnız bu benim çalıştığım şirket idari kısımda çalışacak elemanlarını dahi satıştan başlatıyor ayrıca da üniversite mezunu olmayanı almıyorlar istediğin kadar tecrüben olsun" diyerek göt ettim. ama ne yalan söyliyim ben de işe başlamadan önce bi burun kıvırdım yeaa ben satıştan ne anlarım hem tezgahtarlık mı yapcam dedim ama meğer kazın ayağı öyle değilmiş lan. misal satış konusunda başarılı olabilirsen kazandığın primlerle beraber maaşın 5 bin liraya kadar çıkabiliyür. oha tabi. ama yalan değil bizzat gözümle gördüm ben rakamları.  tabi maaş önemli motivasyon ama her zaman şeye de inanırım yaptığın işin ne olduğu ne kadar kazandığından önemlidir. yani mesela bi araştırma görevlisi 1.600 lira maaş alıyo ve primdir yoldur yemektir hiçbir şeyi de yok. ama adam akademik. dolayısıyla sen tezgahtar olarak 5.000 değil 10.000 de kazansan onun kadar prestijli olamazsın. bununla birlikte farklı olan şöyle bir durum var. kimse ömür boyu tezgahtar olarak kalmıyo zaten. şayet başarılı bi tipsen zaten yükseliyosun. işte üniversite mezunu olmak da burada devreye giriyo. üniversite mezunu olunca yükseleceğin yerlerin sınırları genişliyo. bi de esas beni cezbeden başka bir durum var bu işle ilgili. bizim şirketin bir tane şubesi var new york'ta ve buradan başarılı elemanları yolluyolarmış. bi de bir iki sene içinde aynı bölgede 4 tane daha mağaza açacaklarmış. benim buralarda gözüm var. arkadaş ben o new yorka gidicem. işte bunlardan ötürü böyle bir işe girdim dostlar.

neden sen kendini bi jastifay etme gereği duydunuz derseniz, orasını tam bilemiyorum ama ben kendim genelde bodoslama yazdığım için, bu jastifay işi bizzat kendime karşı yapılmış bir hadise zannediyorum ki. dedim ya ben de ne tezgahtarlık yapcam yeaa diye girdim işe dolayısıyla bilincimin altının ve üstünün çeşitli araçlarla ikna edilmesi gerekiyordu. işte insanın kendine ait bir blogu oluncası böyle işlere yarıyor hoş oluyor.

şimdi çok alakasız birkaç konuya daha değinip kaçacağım kuzum.

-bugün Gökçe'den sonra bir tivitır/blogır sayesinde tanıdığım bir kimse ile tanıştım kaynaştım ve hatta dizi-film alış verişi yaptım(yerim dar olduğu için starwars'un 4-5-6 hd versiyonunu alamadım içimde kaldı ama söz aldım bi dahakine alcam nihehe) kendisi Hulusi adında bir arkadaşımız :P Güzide sayesinde haberdar olmuştum kendisinden ama dünyamız fazlasıyla küçük olduğu için meğersem Hulusi bey oğlumuz Ayşin'in pek yakından bir arkadaşı imiş falan filan. işte öğlen buluştuk yaklaşık 4 saat kadar beraber vakit geçirdik muhabbet ettik kendisinin başka bir arkadaşı ile bir poroğramı olduğundan mütevellit beni ekti ve olaysız ayrıldık. çok güzel oldu çok da güzel iyi oldu. daha böyle bi milyon satır yazabilirim tabi ama gereksizlik olmasın zaten destan gibi yazıyorum.

-bu toplu taşıma terörü ne olacak ya? nasıl olacak yani? illa araba mı alayım yani he? hayır param da yok, gerçi param olmadan araba alabilirim bi doğan görünümlü şahin çok para değildir sanıyorumki. bi de lpg taktırdım mıydı değmeyin keyfime. ama şaka bi yana gerçekten millet artık çıldırmış yani çok net. o dolmuş şöförlerinin manyaklıklarını hepimiz biliyoruz da artık yolcular da iyice bi çıldırmış. mesela bugün akşam 19.30 otobüsü ile eve dönmeye çalışırken bindiğim otobüse bi durak sonra 40'lı yaşlarında baş örtülü böyle gayet normal bi teyze bindi. benim oturduğum koltuktan iki öndeki koltuğa oturdu. kendi oturduğu yerde cam kenarında çıkıntı vardı herhalde ki yanına da bi tanıdığını oturttu. ve telefonundan vidyo gösterdi yanındaki kıza. tabi otobüsün geri kalanı vidyoyu göremiyo ama bütün o manyak seslerin hepsini duyuyo. çocuklar çığlık atıyo birileri şarkı söylüyo birileri bağırıyor bi de üstüne telefonun ses kalitesini düşünün. bildiğiniz cinnet hali. ve işin ilginç tarafı bütün otobüs bu durumdan rahatsız olmasına rağmen kimse sesini çıkarmadı. ben de bi yaklaşık 3 dakika sabrettim. baktım kadında vidyo çok birini kapıyor ötekini açıyor. ben durur muyum yapıştırdım cevabı "SESİNİ BİRAZ KISAR MISINIZ LÜTFEN" dedim aynen böyle gayet sert ve büyük harflerle. ve kadın kapadı anında. ne diyim bilmiyorum bu kadına. görgüsüzlük mü cehalet mi bi anlık gaflet mi bilemiyorum. ama beni hayatımda ilk defa toplu taşıma aracında bağırttı. buradan kendisini tebrik ediyorum. eskiden de muhakkak böyle olaylar oluyodur ama eskiden benim mp3 çalarım vardı hayat kurtarıyodu şimdi yok ondan hep böyle sabah-akşam manyağa bağlıyorum ama az kaldı bi haftaya alıyorum yeni mp3 çalar, bugün gittim beğendim bi tene.

-size hiç oluyo mu bilmiyorum ama bana arada gereksiz bi sosyallik geliyo. her gördüğümle sosyalleşesim geliyo. mesela Hulusi'yle olaysız dağıldıktan sonra ayakkabı bakmak üzere bi mağazaya girdim, ayakkabı beğendim almaya karar verdim ve hem bana ayakkabı denettiren satış elemanı amcayla hem de kasa da işlem yapan yakışıklı genç arkadaşla tezgahtarlık ve mağazacılık üzerine muhabbet ettim. ayakkabıyı denemem beğenmem ve satın almam toplam 5 dakika sürdü muhabbet ise 10 dakika. otobüste de orta yaşlı bi amca  matematik testi çözüyordu çarpanlara ayırma çözüyordu bi tane soruda çok fena takıldı. herhalde yeni çözmeye başlamış işin içinden çıkamadı. ona müdahale etmemek için resmen zor tuttum kendimi. eve geldim soruyu çözdüm falan bi rahatladım. iyi oldu. işte böyle yani. şayet sizde de böyle durumlar oluyosa bi çıt edin bişi diyin. yalnız hissetmiyim kendimi. yazık.

-bu yazı aslında kabız olan bi insanın kabızlıktan hemen sonra ishale yakalanması gibi oldu di mi? neyse geri kalanları unutmazsam başka bi post olarak girerim artık. öperim. thx kib bye.