10 Mayıs 2010 Pazartesi

ıvır zıvır vesaire


mutluyum. bi an yazınca fazla gibi göründü gözüme ama pek fazla değil. normal mutluyum. biz insan evlatlarının mutlu olmak içün bi sebebe ihtiyaç duyuyor olması başka bi tartışmanın konusu ama yine de genel geçerliliği kabul edilmiş bi yargı olarak ben de mutlu olmamın sebep/sebeplerini yazmalıyım. ama esasen bi sebep yok. ya da şöyle söyleyeyim mutsuz olmak için daha fazla sebebim var. sebebimsin gibi bi kelime geçen bi şarkı vardı di mi? neydi o sahi? 

mutluyum. çünkü ufak tefek neşeli haberler alıyorum etraftan. su akıyor yatağını buluyor filan. kısa bi dönem için bile olsa merkezi sınavlara girip çıkmaca yok. girdiğim önceki sınavların sonuçları yavaş yavaş belli oluyo. çok da fena değiller. bugün de Ales vardı başımızın belası. gerçi ChimiChanga pek seviyomuş alesi ve sorularını ama neyse bişi demiycem. gerçi bi adet Lost ile ilgili bi de futbolla ilgili bi soru vardı. sınav sırasında neşe verdi moral buldum diyebilirim. yine de saçma buluyorum alesi. saçmasın.

neden saçma bu ales? çünkülüm hem yüksek lisans yapmak isteyenler hem de doktora yapmak isteyenler aynı sınava giriyorlar. üds'de olduğu gibi alan ayrımı yok, ki bu çok büyük bir sorun. zira sosyal bilim eğitimi almış tipler olarak biz matematikten ne anlarız? neyse matematiği geçiyorum hadi öss möss derken biraz bi şeyler biliyo olabiliriz ama saçma sapan ispat soruları, fizik alanına yakın soruları ben napacam ya??ben sosyoloji ya da uluslararası ilişkilerde doktora yapıp bu iki sosyal bilimden birinde uzmanlaşmak istiyorum ve bunun için neden matematik ve benzeri fen bilimlerinden bir veya birkaçı ile ilgili sorularla muhattap olmak zorunda kalıyorum? neyi ölçüyosunuz onu da anlayabilmiş değilim. alesten çıkıp diğer sınavların ne kadar saçma ve herhangi bi şeyi ölçmediğinden yakınabilirim ama yakınmıyorum. hatta çok alakasız bi konuya geçiyorum.

Barış Manço, Volkan Konak,  Selvi Boylum Al Yazmalım, 500 Days of Summer, Casablanca. sevmiyorum ben bunların hiçbirini. çeşitli sebeplerden sevemedim arkadaş. Barış Manço herkesin barış abisi oldu benim olamadı. 80'lerin tam ortasında doğmuş bi insan olarak tam bir televizyon çocuğu olmam lazımdı ama olmamışım, olamamışım, mışım diye anlatıyorum zira 3-4 yaşlarımdaki birkaç anıyı hatırlıyor olmakla birlikte ilkokula dair çok az şeyi hatırlıyorum ama televizyon izlemediğimi söylüyo hep annemgiller. o açıdan tam benim çocukluk dönemime denk gelen adam olacak çocuk poroğramı olsun, dünyayı gezmece olsun şarkıları olsun beni cezbetmesi gereken dönemde izlemediğim için cezbetmedi, daha sonra da artık çok geçti, cezbolamadım.  tabi rest in pis Barış Manço. Volkan Konak'ın böyle bi çözemediğim bi küstahlığı var. ben kendimi nası olsa halka kabul ettirdim her haltı ederim havası var. lümpen bi havalar filan. durup durup sevvvvvvvgilimmmmm diyor ya ağzının ortasına vurasım geliyor yeminle. Selvi Boylum Al Yazmalım desen ne bileyim ya sevemedim bi türlü, tabi bunu kamuya açık alanda dile getirmiyorum dayak falan yerim belki ne me lazım. bu summer hanım kızımızın filmine de sonuna gıcık olduğum için sevmiyorum. gerçi summerın bütün tavırlarına komple gıcığım her ne kadar zoey hanım kızımızın o değişik cazibesine kapılsam da filmdeki bütün tavırları beni deli ediyor üleynnn. casablancanın da bi tek "play it again sam"ini sevdimdi ötesinden hiç hazetmedimdi. ohh söyledim rahatladım.

bugünde böyle bi komple rahatlama günü oldu. tam güzel günler göreceğiz güneşli günler havasındayım, halbuki bugün buraya bi yağmur yağdı, pardon yağmak biraz hafif kaçtı bi su döküldü bi su döküldü hem nasıl yani inanamazsınız. bi de o yağmur geçtikten sonra nası bi kuşboku kokusu geliyo bütün şehirden buna daha da inanamazsınız valla öyle bi koku ki belli ağaçlara sürekli tüneyen kuşlar yüzünden güzergah değiştiriyorum, ağaçların yanından geçmemek için. böyle bi pis koku daha da yok bence.

karakter olarak çok dışa dönük bi kimse olduğumdan sürekli bi birilerinden bi fikirler alıyorum, bi de birileri bi şeyler söyleyince çok etkileniyorum söylediklerinden. mesela herhangi bi iş yaparken mümkün mertebe şikayet etmemeye çalışırım. bıçağın kemiğe dayandığı noktalarda isyan ederim ama genelde o evreye gelmeden iş güç bitmiş olur. ben işimi yaparken çok şikayet etmezken çevremdekiler "ya senin işin de amma zor ya, valla ben olsam dayanamam, bence kesinlikle bi tatile çıkmalısın, çok çalışıyosun" falan diyolar ya, hah ben tam o an bi triplere giriyorum ki hem nasıl. diyorum evet ya ben ne çok çalıştım yaptım ettim, tatil etmeliyim, kendime zaman ayırmalıyım falan. ama yavaş yavaş öğrenmeye başladım ya da dışardan bana yüklenen şeyleri kendimmiş gibi görmeye başladım her iki ihtimal sonucunda bi şeyler kendiliğinden oluyomuş havasına girdi bence bu da bi şeydir. öyle ya da böyle karakter dediğimiz şeyin alışkanlıklar kısmı yavaştan oluşmaya başladı. iyidir iyidir.

uyku ile çok ciddi dertlerim var. sadece uyku değil takıntılarım ve kendimi acayip şeylere bi cümle ile şartlıyor olmamla ilgili sorunlarım var. bunların içinden bi tek biyolojik saatimi çok seviyorum, maşallah çok güzel çalışıyor kerata. ama diğerlerini parça pinçik edesim var. misal, geçen gece yatağımın yakınlarında zararsız küçük bi böcek gördüm. evde yalnız olmanın da verdiği tedirginlikle kendi kendime "ben gece kesin uyanırım yine ya kesin yine saçma sapan bişeylerden korkucam" dedim ve tam bi saat sonra uykum tamamen kaçmış ve bi şeylerden de korkmuş bi şekilde uyandım bilgisayarımı açtım bi şeyler izledim ve iki saat sonra da sızdım. böyle zamanlarda kendimden nefret ediyorum. hayır madem huyumu biliyorum ne demeye kesin böle yapcam diyorum değil mi, madem biliyorum öyle olmaz ya ben mışıl mışıl uyurum derim ve uyurum değil mi?

takıntılı (kimilerine göre de yüksek standartlı, prensipli hayat diyebiliriz ama benimkisi tam takıntılı bence) olmak çok zor ya, hayatı zorlaştıran bi şey, istiyorumki üzerimde bi recep ivedik rahatlığı olsun. ohh böyle serbest, fıss, rahat. di mi negzel olurdu. ama malesef öyle değilim. kendimle güreşmek yerine alışsam iyi olur ya da madem bu kadar şikayetçiyim bi yerlerden değiştirmeye, değişmeye başlasam iyi olur. yoksa böyle böyle nereye kadar.

14 mayısta ufak bi aksiyon yapıcam, şu andan itibaren merak içerisindeyim bakalım nası olacak? bence ben fazla ümitlenmiyim pek bi şey olmaz ama yine de denemekten zarar gelmez, nası olsa ben kendime maksimum zararı verdim daha da ötesi olmaz.

pek kıymetli arkadaşım Emre (a.k.a Mavro) blog açmış efenim, kendisini her yerden destekliyorum. ciddi yazılar okumak isteyen herkesi bekliyoruz. henüz bi yazı var ama devamı gelecektir. ya da gelmeyecektir belki de ama en azından izlendiğini bilirse yazmaya daha istekli olabilir, allam heyranlarım benden yazı bekliyolar muhakkak yazmalıyım diyip sürekli bişiler yazabilir. ben aynı blogda dekoratör olarak görev yapıcam. en sevdiğim.


Edit: ha bi de tivitırda görünce aklıma geldi, ben okan bayülgeni de hiç sevmiyorum. tam körler sağırlar yapıyo. çok kaypak buluyorum kendisini. hele bi de 3 güne çıkardı programı. çüş  artık. neyseki televizyon izleme şansım! yok da bakmıyorum kendisine.