24 Şubat 2010 Çarşamba

görmemişin konseri


sinemaya gitmek dışında herhangi bir eylem yapmayalı ne çok uzun zaman olmuş, bugünkü konserden sonra bunu anladım. hatta çok acayip gaza geldim haftasonu Marsis'in konseri var imiş, ona  da bilet aldım. karadeniz müziğiyle kazım koyuncu haricinde çok ilgili olmayan biri olsam da Faama ile horon tepicez eğlenicez iyi olucak. son bikaç ayımı geçiriyorum Bolu'da, ne yapacaksam yapayım havası da var biraz. kıfsmet tabi.

bugün gittiğim Sabahat Akkiraz konserine dair bazı şüphelerim vardı aslında ama neyseki hepsi boşa çıktı. birinci olarak Sabahat Akkiraz şahane sahnesi efenim böyle acayip gösterileri olan bi sahne performanscısı bi teyzemiz değil hatta kendi de dedi, sahnede türkü söylemeyi çok seviyorum ama  4 cümle üstüste kuramıyorum affedin gibisine. yani aç bilgisayardan dinle pek farketmez gibi bi yerleşmiş bi kanı vardı tabi bunları klasik konserleri için diyorum zira katıldığı caz festivallerindeki performansını dinleyebilmek isterdim. o yüzden gitsem mii gitmesem mi diye kaygı duydum açıkcası, ikinci olarak konser olayları genelde toplu ya da en az iki kişiyle yapılan eylemlerdir ben tek başıma gittim gitmeden önce ulan yalnız başıma ne edicem diye düşündüm ama en önden gayett şahane verim aldım.

yalnız kadının sesi o kadar duru ki, nasıl anlatayım bilemiyorum. aslında cazcılar tarafından keşfedilmezden önce sadece alevi müziği ile ilgili çalışmalar yapıyodu o açıdan tanıyanı edeni pek sınırlıydı .tabi sesi de alevi müziği ile sınırlıydı. cazcı abiler sağolsunlar kadını keşfedince o da kendi sesindeki değişik tonları keşfetti müzikal gelişimi inanılmaz ivme kazandı. kısa olmakla birlikte pek güzel dinleti oldu. 

ben de bi yandan türküleri dinlerken bi yandan onu düşündüm. aslında kadının sesi, söylediği türküler pek de konsere gitmiyor zaten bizimki de pek konser olmadı dinleti oldu koltuklarımızda oturduk dinledik. gerçi türkü konserlerinin klasiği olarak kadına zorla halay türküleri söylettiler bi beş dakika kadar ve rezalet derecesinde de saçma sapan halay çektiler ama onun dışında söylediklerinin tamamının klasik müzik ya da türk sanat müziği dinletilerinden hiçbir farkı yoktu.

geldiği yer bolu katıldığı organizasyon da çağdaş yaşamın yardım konseri olduğundan mütevellit genel olarak bilinen türkülerden söyledi. kendisiyle özdeşleşmiş pek bişi söylemedi. alevi müziğinden de birkaç türkü söyledi, en mühimi Tevhid'i söyledi. bi de "yar seni seven sevmesini bilmemiş"i söyleseydi çok daha şahhane olabilirdi benim açımdan.
ayrıca dinleti sırasında farkettim ki, enstürman çalan erkeklere karşı zaafım var benim. bir kez daha farkettim. ama ne kadar güzel çalıyolar ya böyle bir bütünleşiyolar içiçe geçiyolar gibi, böyle bi başka dünya gibi. sanki enstürman çalan adam daha romantik gibi. belki ondan zaafım. ama valla çok beğendim bağlamacıyı, sesi de çok güzeldi ayrıca.

bi de bi tane de şelpeci vardı, adam bir türkü de öyle bi çoştu öyle bi çoştu ki, bağlamanın akortu bozuldu. birkaç dakika öyle boş boş sahneye baktık adam düzeltmeye çalışırken. çok takdire şayan hareketler bunlar.

bi ara alevi müziğinin  yaygınlaşması ve çelişkileri ile ilgili bi şeyler karalayayım diyorum, Sabahat'i  beklerken aklıma bi de bu geldi, buraya not edeyim hayata geçirmesi daha kolay olur.

bolu'da yaşayan genç-yaşlı, kadın-erkek, konser olayından zerre anlamıyolarmış. birincisi organizasyonu düzenleyen gençler bok varmış gibi azcık hareketli bi türkü duyunca hemen bi hareketlendiler tam sahnenin önünde karmaşa halinde saçam sapan dans ettiler. bir sürü insanın dikkati dağıldı bi türkü boşa gitti resmen. salaksınız olum kabul edin.

ikincisi de konser başladıktan 15 dakika sonra, ki biletin üzerinde 18:00 yazıyodu 20 dakika geç başladı dolayısıyla da taahhüt edilen saatten 35 dakika sonra birkaç mal adam geldi teeee sahnenin en önüne indiler ve en ön koltuğun tamamını geçip arkaya doğru ilerlediler. adamlar koltuk numaralarını bilemeyecek kadar konuya yabancılardı ve üstelik süper geç kalmışlardı. madem o kadar geç kaldınız bari hiç gelmeyin ya da madem geç kaldınız ama illa gidicez diye tutturdunuz yeri bilen birine sorup arkalardan dolanıp bulaydınız niye ayaküstü podyum gibi dolaşıp geçtiniz gerizekalı mısınız.

bu da böyle bir konser anımdı. beatles'dan sonra gidip türkü dinlemek de pek sentez bi şey oldu. ama ruhumda var yapcak bişi yok.

23 Şubat 2010 Salı

bölük pörçük depreşken haller




  • önceleri yazmak için bahanelerim vardı hatta her yer dar bile geliyodu ama şimdilerde silmek için mazeretlerim var bi dolu hem de sınırsız bir deryanın içinde sınırlanmış bir halde.
  • birden bire beatles dinlicem ulan dedim iki albümünü birden indirdim. ingilizcesi de pek basit hoşuma gidiyor dinlerken dinlerken kendimi kraliçe elizabeth sanıyorum. 
  • insanların iletişim şekillerinin komplesine neredeyse kılım galiba. bu sıra sinir olmadığım çok az şey var demekki ben kendim bizzat sinir bozucuyum.
  • an education'ı izledim niye bu kadar yaygara kopardı anlayabilmiş değilim, böyle şeyler olunca kendimi mal gibi hissediyorum, herkes anlamış bi ben kalmışım anlamayan. yazık bana.
  • bazı bazı öyle oluyo ki, bi tek ben istanbulda yaşamıyomuşum gibi geliyo. bildiğin böyle geliyo. bi tek ben istanbul dışında yaşıyorum ve boşa yaşıyorum, istanbula gidemedikçe de böle gider gibi geliyo.
  • bugün bir kez daha yine yeni yeniden gerizekalı yerine kondum ama buradan da söliyim susuyosam konuşmamın bi anlamı olmayacağını düşünüyorumdur. sadece başkalarını üzmek için herhangi bi eyleme bile isteye girişmem.
  • yeni ev sosyalliği; tivi karşısında herkesin laptopunda bişiler yapıyo olması.tiksinç. mide bulandırıcı. böğkk.
  • bugün bana gelen mektup kızlar konuya yabancı olduğu için gizem havası yaratmış, akşam eve gelince sorguya çekildim,istedikleri cevapları alamadılar.
  • ne yapsam acaba diye düşünürken gün bitiyo, daha böyle ne kadar devam edecek bilemiyorum hiç.
  • umut sarıkaya'yı penguende okurken bazı yazılarını çok beğeniyodum ama sonra çok erkek-merkezli geldi aslında zavallılıkları anlatıyodu ama çok maskülen geliyodu niyeyse, şimdiyse pek çok çok beğeniyorum hatta yazılarında bazı bazı benim ismimi de kullanıyo nası hoşuma gidiyor bilemezsiniz.

21 Şubat 2010 Pazar

procrastination kovalasın he mi



kurstan sonra klasik bir procrastination haliyle geldim bakıyorum internetten birtakım belli sitelere. ilk önce bi yerlerden bi yerlerden blog baktım. kendi kendime dedim lan ne kadar mal kalıyorum ben bu insanların yanında, ne çok şey biliyo bu insanlar ben neden bu kadar bilemiyorum gibi. ve fakat ardından başka sitelere de baktım. ne kadar mal insanlar var ya, dedim bu sefer de. mesela adam arkadaşının doğum gününü kutlamış göya, bak ne diyor :"canım d. günün kutlu olsun" şimdi bunu görünce insan bi düşünüyo sen bir mal mısın d. günü nedir, alfabeden gün mü kutlanıyo d. günü, e. günü gibi. tamam çok kötü bi çağrışım zinhar espri olarak saymıyorum zaten ama yani ben böyle insanlar görünce zıvanadan çıkıyorum.

yani her şeyi bi süper kısaltarak kullanma olayına zaten kılım ben ama onu anlıyorum. mesaj atan bi gençliğin dili bu. adamın yeri dar mecbur kısaltıyo hoş, adamın düşünmeye vakit ayırma gibi bi alışkanlığı olmadığı için ne okuyo ne yazıyo ne sorguluyo mal gibi bildiğin. ama yani zaten bir cümle kurmuş bu adam ki çok ciddi bi harf sınırlaman da yok, e o zaman derler işte mal mısın arkadaşım diye. ki ben dedim.

tabi bu tür detaylara takılıyo olmamın ardında sanıyorum ki hissettiğim ilgi eksikliğinin moral bozukluğuna yol açmasının akabinde yapmam gerekenlere odaklanamıyor olmak ve her şeyi sonsuza değin bir erteleme çabası yatıyor. ama çok üzücü bence. yani yazılı organları bu kadar fazla kullananan gençlerin tamamının yazı yazmaktan bu kadar kaçarak koşmasını falan anlamıyorum ben bi türlü. kitap okuma alışkanlığımız hiçbirimizin yok onu eğitime filan bağlayabilirim yazmaktan kaçınmayı da kitap okumamamın kıçına bağlarım olur tabi, düşünmeyi öğrenemediğimiz için hiçbi vakit sorgulamıyoruz hiçbi şeyleri, sonra da kendimize yarattığımız alanın içine asla entellektüelitemizi geliştirecek şeyler koymuyoruz. koyun geldik koyun gidiyoruz. biri diğerinden iki cümle fazla kurunca ne çok ne uzun konuştun oluyor. valla zoruma gidiyo ya.

ben bu kadar cahilken benden daha cahil insanları hem de fırsatları daha fazla olan insanları gördükçe bileniyorum resmen.

Not: Yasemin Mori bana çalışıyor, bildiğin benim için albüm yapmış kadın, aylardır dinle dinle bıkmadım, tavsiye ederim her türlü.

18 Şubat 2010 Perşembe

serendipity mi what a pity mi?

 dün gece tekrar serendipity'i izledim. kelime anlamı aslında biraz totolojik ama yine de güzel. "beklenmedik şeylerin olması". tesadüfün romantiği olsa gerek.

yani adamlar nası böyle iki kişinin hayatını birbirine geçirmişler nası böyle bi umut dolu bi film anlatamam. eski romantik filmleri izlemeyi bu yüzden seviyorum tamamen imkansızı anlatıyolar nası olsa. sen de bakıp bakıp "ayyy ne romantik" diyosun, eğer düşünmeyi becerebilirsen "lan romantik iyi güzel de böylesi anca filmlerde oluru pekiştirmiyo mu şimdi bu" diye düşünebilirsin. bittabi onlara göre süt bana göre çukulata durumlar bunlar. hayattan bir türlü istediklerini alamamışların, alan insanları hor görerek kendini rahatlatma efekti de olabilir tüm bunlar. 

ama yine de romantik komedi hem eğlenceli hem romantiktir hem de seni alır başka bi yere götürür o yerde şu anda bulunmak istemediğin şeylerin hiçbiri yoktur. sen de yalandan da olsa gülümsersin hatta yer yer mutlu hissedersin. bir gün de beyle geçti dersin.

hazır filmi izlemiş ve zamanlama olayını şey etmişken, günlük hayatta dakik olmamla her şeye geç kaldığımı düşünmem arasında bi bağlantı var mı acaba diye düşündüm. bence kesin var. zaman mefhumu olmayan insanlarla bir arada olmaksa tanırının şahsıma özel bir laneti olsa gerek. bütün bunların üstüne bir de benim her şeyi sonsuza erteleme halim eklenince artık tadından yenmez bi şey çıkıyor ortaya. yine de bu memleket bizim bu hayat benim demek lazım, tadını çıkarmak, kıymetini bilmek lazım.

amelié'yi izlemeye niyetlenip serendipity'i izlemek de değişik oldu tabi bi yandan. artık bu gece de onu izlerim. biribirine ikame değil ama işte seredipitik durumlar filan.

17 Şubat 2010 Çarşamba

mazaretim var asabiyim ben


bak yine bir yerde gördüm sinirim hopladı. zaten şu cinsiyetçi söylemin hepsine komple kılım ben. kadınlar yok bikbikbik ben bilmem beyim bilir erkekler höyt der olur, yok kadınlar sürekli ne giyicem aman giyecek bi şeyim yok erkekler ne bulsa giyer hiç koymaz. mühim olan temiz olması bikbikbik.

yani bi dolu diyecek şey var bu konuda da aklıma ilk gelenleri yazayım daha sonra belki daha da genişletirim. kadının doğurgan olması ve erkeğin bu durumu bir türlü tölare edememesi ve avcı-toplayıcı olduğumuzdan beri illa bi üstünlük kurma çabası. erkeğin, kadını az düşündürmeye sevk eden davranışlar sergilemesi,  kadının da bu davranışları fiziksel yoksunluğunda dolayı kabul etmek durumunda olması ve durumdan kaynaklanan erkek  ikidarının sürekli pekiştirmesi günümüze kadar "nedense" hiç evrilmeden gelmiş.

şimdilerde feminist hareketler falan var durumu eşitleyebilmek için ama nafile çaba gibi zira kaç bin yıllık olayı düzeltmek neredeyse imkansız, erkeği ikna etmeyi geçiyorum kadına bunu anlatmak, kadının bilincindeki tahribatı yok etmek imkansız gibi.

ben şeyi dicektim, erkekle kadın arasındaki bu eşitsiz iletişim ve bi yandan da erkeğe sahip olma güdüsü kadınları biribirinden uzaklaştıran bi şey.erkek iktidarını nasıl kadın üzerinden kurguluyorsa kadın da diğer kadınlarla olan ilişkisini erkeğe sahip olma hakkı üzerinden kuruyor zira kadına başka bi şey öğretmemişler o da elindeki tek şeyi, eşini kullanmış, işte bu yüzden birbirimize bu kadar düşmanlıklar yapıyoruz. ben kendi arkadaşlarım arasında bile sevgilisi olan kızlar ve olmayan kızlar arasındaki farkı çok net  görebiliyorum. hatta birçok kızın diğer kızlarla arkadaşlıklarının en önemli boyutunu erkeklere dair fikirleri ve ilişki düzeyleri filan belirliyo.

şimdi, bu kadar asimetrik ve problemli bi alan olan kadın-erkek ve kadınların kendi aralarındaki ilişkilerin üstüne, kıyafet ve kadınların süslü olmasını erkeklerin geyik malzemesi yapmasına sinir oluyorum. neden? çünkü kadın kendine bakmayınca düzgün giyinmeyince yüzüne kimseler bakmıyo kadıncağız depreşkenlerden depreşken beğeniyo yitiyo gidiyo arada. sonuç olarak çevreden, hem erkeklerden hem de kadınlardan bu anlamda dillendirilmese de üstü örtülü bi baskı görüyo. böyle bir şey olmasa inanın hiçbir kadının "ay ne giysem, neyi neyle giysem" gibi bi derdi olmazdı. çünkü, ki en büyük zavallılıktır bence, kadınlar günlük hayatta yaptıkları birçok şeyi kendi egolarından ziyade dışarısı için, hem kadınlar hem de erkekler için yapıyolar. böyle bir kuş beyinliliktir gidiyor yani hele ki çağımız teşhircilik ve materyalist bir çağ, bu durumun üstüne tüy dikiyor resmen. o yüzden de erkeklerin hiçbiri bana "ben bakmamki kadın ne giymiş çul giyse olur" gibi bi önermeyle gelmesin zira yemiyorum. şimdi mesela bi kadın çıksa gelse kendisindeki fazla olan hiçbir kılına tüyüne dokunmamış, saçlarını öylesine toplamış altına üstüne tamamen alakasız şeyler giymiş. erkekler bu kadına bakar mı? bakmaz. kadınlar bu kadını aralarına alıp sosyalleşir mi? sosyalleşmez. demek ki neymiş, kadınlar giydiklerine, yedilerine, içtiklerine mecbur dikkat eecek, ki bi yandan elinde başka alan da yok o ayrı bi konu. ya hep yalnız olacak ya da çok konuşmayacak, kafasını mühim meselelere takmayacak eşim nedir, sevgilim nasıldır, üstüm başım kılım tüyüm diyecek, hem toplumdan dışlanmayacak hem de erkek her istediği alanda at koşturmaya devam edecek.

kuş beyinli kadınlar ve kadınlar tarafından iktidar hırsıyla büyütülmüş bütün erkeklere gelsin bu asabi yazı.

 

sürme peynir

elindeki bir adet simit ile 20 gramlık krem peyniri bi türlü tam eşitleyemen insanın yaşadığı şeyler bence tam bir dramdır. hatta umut sarıkaya tipi mutsuzluk tanımıdır. o kadar yani. zira ya başta peyniri az kullanırsın sonuna yetsin diye, simiti kuru kuru yersin peynir artar sonunda ya da tam tersi. dört yıllık profesyonel yurt öğrenciliği hayatımda sürekli başıma gelen şey buydu. bu bir insanlık dramı değildir de nedir?

PS:yeterli görsel bulamadığımdan
hiçbişi koymuyorum. simiti öyle
tek başına görmeye dayanamamki.

12 Şubat 2010 Cuma

feysbuk güzeli


bunu muhakkak yazmam lazım, şöyle objektifim çok acayip farkındayım her şeylerin diyip duruyorum. yine kendime dürüst olucam. çok eğlencez bu sefer. bu feysbuk zımbırtısı malum hepimizin bi şeysi oluyo. kimisi oyun oynuyo kimisi heyatını koyuyo oraya kimi de casusculuk oynuyo. bi de tabi meşur fotoğraf altı yorumcularımız var, en sevdiğim.


ben de arada yapıyorum yorumlar filan. hatta kendim de teşhirci bi kimse olarak fotoğraflarımı koyuyorum. öyle sekiz bin tane albüm değil ama profil fotoğrafı babında şey ettiriyorum. bu fotoğraf yorumlarında kızların böyle bi şey durumları var ya, her fotoğrafın altına senin gibisi yok ne şahane ne kadar güzel bi kızsın seni alan yaşadı tandaslı bişiler yazıyolar. tamam kabul güzellik göreceli ve de bazı kızlar da gerçekten güzel. ama işte mesela ben gibi vasat bi güzelliği olan kızlar için harika süper çok güzel gibi yorumlar çok yapay kalıyo.


bazen hatta öyle kızların fotoğraflarına öyle yorumlar yazıyolar ki zannedersiniz bi jessica alba bi scarlet ya da bir natalie. fekat işte çirkin bettyden hallice filan kızlar. ben de arada denk geliyorum bu tip yorumlara ve kendi kendime ulan ne kızlar ve ne arkadaşları var diyorum. bugün son koyduğum profil fotoğrafım bikaç kız arkadaşım tarafından beğenilince ben de kendimi o gördüğüm kızlara benzettim. bi de bi tespit yaptım arada. bi kızın fotoğrafları altına sadece kız arkadaşları aman bu ne güzellik vay sen ne kadar dünya güzeli bi kızsın filan yazıyolarsa bilin ki o kız çirkindir. ve evet tahmin edildiği üzere ben de çirkinim ulan. bu tespit günlük hayatta ne işimize yarayacak peki? bi işe yaramayacak, hiçbir şey değişmeyecek. sadece ben fotoğraf bakarken bakarken kendimi çirkin ilan edince çok eğlendim bi an, eh teşhirciyim durmadım ahan buraya yazdım. eğlendim arada.


allah çirkin bahtı versin diyip konuyu iyi bağlıyorum kendime yontarak.


rapor kafası.


idareee edin.

11 Şubat 2010 Perşembe

niteliksiz bilgi


zırva diye bi yemek varmış görsel ararken karşıma çıktı.kastamonu yöresine aitmiş, nişasta ve lohusa şekerinden yapılıyomuş. ama bunun konumuzla bi ilgisi yok aslında.

her yazdığım şey olmasa da genel olarak sürekli zırvaladığımı düşünüyorum şu sıra, çünkülüm biri bana bi şey sorunca sonsuza değin bi şeyler anlatıp duruyorum. uzatıyorum da uzatıyorum. bi konu tabiki derinlemesine uzun uzadıya tartışılabilir de ben pek öyle yapmıyorum ilk önce söyleyeceğimi söylüyorum ardından da bi dolu gereksiz saçma şeyler anlatıyorum. maruz kalan insanların bi kısmı isyan ediyo bi kısmı sessiz kalma hakkını kullanıyo ama bi noktada artık ben de zırvaladığımı farkediyorum. eskiden pek farkedemiyodum kafa bikbiklemeye devam ediyodum neyseki kendimi bazı bazı durdurabiliyorum. iyi oluyo ama bazen de dayanamayıp yazıyorum. ahan yine yazdım.

rapor kafası anca bu kadar toplayabildim. madem toplayamayacaktım niye yazdım?
seviyorum desem yeridir.

gözlerinin ustasıyım zırvalamaların ustasıyım.

ben tam bunları yazarken yu kent olveys vaç yu vant çalıyordu, n'alaka?

9 Şubat 2010 Salı

yazmalı mıı yazmamalı mııı


envai çeşit farklı platformda neredeyse sürekli karalıyorum. bi kısmı karşılıklı oluyo bi kısmısı kendi çalıp kendim oynadığım türden oluyo. velhasıl anlattıklarım yazdıklarım genelde boş konuşma kabilinden şeyler olsa da hemen hemen her gün bi şeyler yazıyorum bi yerlere ki pek kısa yazmıyorum. ama yine de anlatamadığımı düşünüyorum birçok şeyi. en yakınımdan en uzağıma etrafımda olan, olmayan herkese diyorum başta kendime diyorum aslında. ama olduramıyorum.

işin enteresan tarafı yazdığım kadarından çok daha fazlasını siliyorum bi de. her yanım kaygıya batmış ondan olsa gerek. bi de ziyadesiyle dışa dönük bi kimseyim etraftan aldığım her tepki benim için nedense hayati önem taşıyo biri bana bi şey diyince uzun uzun düşünüyorum onun üstüne ve özellikle bu yazma konusunda birçok insanla etkileşim içersindeyim onlar da fikir beyan ediyolar. dolayısıyla da yazmıyorum bi dolu şeyi.

aslında yazmaya başlarken sadece yazdıklarımdan çok sildiklerim midir mühim olan dicektim. yanına da dicektim ki meyve kabuğu mu yoksa içi mi işte tam böyle bi çelişki bu sanırım dicektim. yine iki paragraf yazdım.

yazıyorum mütemadiyen..

ama yazmaktan çok oldurmak isterim ben.

özledim ulan!

8 Şubat 2010 Pazartesi

litıl tings


kar mar derken esas mevzuyu atladım. bugün güzel bi şey oldu. hoş, böylesini dilememiştim ama zaten her zaman her istediğimiz tam versiyon olmuyo pek. bugün olan şey ise, birinin bana bakarken gözlerinin ışıldamasıydı. şimdi böyle yazıncası çok zavalı (evet tek l'lisinden, bence daha etkili) görünebilir ama değil. gerçekten istediğiniz kişiden gelmese de, bu bakış çok kıymetli.
ama bi yandan da tekrardan bi şeyi farkettirdi bu olay bana. yine zaman-mekan'ı tutturamadık. yani bundan önce de hep böyle oldu bundan sonra da böyle olacak muhtemelen. yine asgari müştereklerde buluşamadık. üstelik çok acıdır ki bu sefer ben tutturamadım, ki genelde karşı tarafta yer alırdım. velhasıl insanlar tutturmuş bi şeyleri geçinip gidiyorlar benim neyim eksik bilemedim bi türlü.ışıldama aksiyonunu da böyle tarihe not düşmek istedim o yüzden işbu saçmalamayı saçmaladım.

her yerde kar var


fotoğrafı daha erken elde edebileydim daha iyi bi zamanlama olabilirdi. efenim yukarıdaki fotoğraf 4 gün önce 4 şubatta bolu'da gölköy kampüsünde çekildi, resmen belime kadar kar var yahu.
ayrıca fotoğraf makinesi o kadar şahhane bi makine ki beni bildiğin zayıf göstermiş.her ne kadar benimle ilgili gerçekleri yansıtmasa da kar ile olan gerçekleri bire bir yansıtmaktadır. arz ederim, arz-ı endam bile ederim.

PS: boyum 1.62 artık karın boyunu hesaplayıverin oradan.

7 Şubat 2010 Pazar

iddia ediyorum

ne superbowl aşkıymış arkadaş ya anlamadım gitti. her ne kadar anlayamasam da bunu daha kamusal olan alanlarda dillendiremiyorum zira tutunacak dalım yok. birincisi kayda değer bulduğum her türlü holivud filmini çekinmeden izliyorum, amerikan dizileri hele, her fırsatta. tutkunu olduğum dizi bile var. bi de şimdi super bowl'a bok atmak için NBA'e de bok atmak lazım mesela, ona da atamıyorum. halbuki salt amerikan topraklarından çıkan bu tür siportif aktiviteler arasında super bowl en gıcık olduğumdur. aslında kendi içinde mantıklı bi açıklaması var ama işte türkiye'de, amerika'da yaratılan bi dolu şeye beslenen öyle acayip tutkular var ki nerden tutsam elimde kalıyo bu bok atma aksiyonu. zira ben de convers giyen bi kimseyim. bak al bana bi gap daha.

super bowl'a bok atma aksiyonunun kendi içinde mantıklı olan açıklamasına gelince, super bowl denen hadiseye neden olan şey amerikan fitbolu ya, hah işte bu tür fitbol adı üzerinde bi tek amerikada çok önemli olan bi şey, hatta sadece kuzey amerika'da hata ve hatta sadece amerika birleşik devletlerinde. dolayısıyla amerika topraklarından çıkmış olmakla birlikte yepyerel kalmış tek olayı bu galiba amerikanın. kendisinin olup da satmadığı ya da satamadığı tek olay bu, amerikan futbolu. ama adamlar satmakta süper usta oldukları için olayın kendisini değil daha fazla doğrudan kazanç getirecek super bowl'u satmasını bilmişler. amerikan hayranlığı değil vahşi kapitalizm şeysidir bu son cümle.

NBA olsun dizi olsun film olsun her ülkede yapılan denenen şeyler, daha iyisini amerika yapıyosa orası seyrediliyo, super bowl bu açıdan da yine farklı.

peki ben bunları yazarak super bowl üzerinden tatlısu komünistliği yapmış oluyor muyum en ucuzundan? yok yapmıyorum zira öyle dertlerim olaydı bunu değil sıcak yatağımdan tekel işçilerinin direnişi hakkında atar tutardım. bi de blog olayının en güzel tarafı kimseye hesap vermek zorunda olmamanız galiba, istediğin kadar at tut neden attın diyen "reel" biri yok karşında. kaldı ki bu blogu takip eden bikaç kişi var ki zannetmiyorum ki bu yazdıklarımı çok ciddiye alsınlar, hepimiz geldik gidiyoruz.

iddia ettim, pişman değilim.

6 Şubat 2010 Cumartesi

şekilsiz panda


görgüsüzlük müdür, beceriksizlik midir, maymun iştahlılık mıdır nedir tam bilemedim ama şu götü boklu bloga bi şekil oturtamadım arkadaş ya. esra da kendi çapında bi deneme yaptı ama olmadı, artık en son bu son görülen şekle karar vermiş gibi yaptım daha da uğraşmıcam.

ya bi de aklımdan sonsuz sayıda yazılacak düşünce olmasından çok çekinmekteyim. zira ara ara, hani şu yapılan her haltın fotoğrafını çeken tikican arkadaşlarımız var ya, onlar gibi kendimi amaçtan sapmış gibi hissediyorum. sanki yazmak için bi şeyler düşünüyomuşum gibi geliyo bi de bu ne egosantrik bi iştir, böyle bi kendini kıymet bilmedir falan o ayrı bi konu tabi.

işte şeyi dicem, aklımdan sonsuz sayıda sürekli bişiler karalama şeysi geçiyor ama şöyle bi sorun var durmuyor o şeyler, ben de bi türlü toplayıp yazamıyorum. artı bi şeyler karalarken de yazdığım yerden çok acayip bambaşka bi yerde bitiriyorum o da bambaşka bi konu. her şey bambaşka bi konu iyi güzel de niye onu diyip duruyorum da başka bişi demiyorum? bu da ayrı bi konu.

geyiğim gelmiş ben gideyim.

2 Şubat 2010 Salı

türküm doğruyum çelişkenim



hayatımda mutlu bi nihayete ermesini istediğim mevzularla ilgili bu kadar isteksiz ama aynı zamanda da kendiliğinden olan gelişmelere karşı bu kadar kırılgan oluyor olmak, şu sıralar sürekli kullandığım tabirle, acayip bi durum. acayipliği geç çelişken bi durum.

ya da fişim çekilmiş benim galiba.
o zaman, vega'dan geliyor,

çek, çek, çek fişimi
fişimi lütfen..