24 Haziran 2010 Perşembe

Sinem'in Sinem ile İmtihanı


 Efenim geçenlerde spontane bi şekilde Sinem(a.k.a Geowyns) ile formspring.me'de muhabbet ederken sosyal medya odaklı bir röportaj yapma fikrini ortaya attım durduk yere. ve hemen ertesi gün soruları hazırladım yolladım, sağolsun Sinem de aynı gün içinde döndü. aslında röportaj soruları dışında kalan kısmı da oldukça komikti ama artık onlar aramızda kalsın. siz sorularla idare ediverin. 
Genel olarak Geowyns olan Sinem ile iletişiyorum ben, ikisi arasında çok ciddi bir fark olduğunu sanmamakla birlikte Geowyns’i daha iyi tanıyorum. Sinem kim peki?
Pek bir fark olmaması güzel bir tespit, bunu belirterek başlayayım. Sinem, 3 çocuklu bir çekirdek ailenin ilk çocuğu ve ablası –ki ablalığın karakterine etkisinin çok olduğunu düşünüyor. Kardeşler ikiz, bir kız bir erkek. Anneyle babayı bir çift, kardeşleri de bir çift olarak gördüğü için hep arada kaldığını düşünüyor. Kimi zaman “erkek gibi” olmasının sebebi de bundan. İki tarafa da eşit mesafede olmaya çalışıyor. 8 senelik özel bir ilköğretim okulu eğitiminden sonra Anadolu lisesini kazanıyor. Sonra da İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde İşletme eğitimi alıyor ve mezun oluyor. Bir futbolsever. Çok kitap okur. Sevdikleriyle çok konuşur, tanımadıklarıyla hiç konuşmaz, bu yönüyle asosyallikle itham edilir ve buna pek sinirlenir. Küfüre karşıdır ama kendisi eder, böyle tutarsızlıkları vardır. Yabancı dil öğrenmeyi çok sever. Bulunduğu şehrin her bir sokağını ezbere bilmek ister. Herhangi bir kız işte. Blogunda yazdığı gibi. Ayrıca ilk defa kendinden 3. tekil şahıs olarak söz ediyor, hiç hoşlanmadı.


Sosyal medya sayesinde ben kendi adıma birçok ortak noktam olan insanla kaynaştım ve böyle bir iletişimin çok sağlıklı ve verimli olduğuna inanıyorum. Senin bu konu ile ilgili fikirlerin neler?
İlk başta çok tedirgindim bu konuda. Çünkü bu blog işi benim için bir milattır. Ek$i, friendfeed, twitter filan hep ondan sonra başladı. Dolayısıyla ondan önce bulunduğum ortamlar ister istemez forumlar ve forumvari siteler oldu. E böyle sitelerde insanları filtrelemek daha zor olduğundan, muhabbeti iyi gibi olan biriyle mail veya msn yoluyla azıcık samimiyet kurunca ne kadar gereksiz insanlar olduğunu görüp üzülüyordum. Blogdan sonra işler değişti ve açıkçası ben de çok memnunum. Blogdan sonra tanıştığım, kaynaştığım insanların hepsi, normal ortamlarda muhatap olsam muhabbet kurup samimi olacağım insanlar. Hatta -özellikle bu sene- çok istedim, etrafımdaki salak insanlar gitse, sosyal medyadan samimi olduğum insanlar gelse diye… Olmuyor tabi. Ama dediğim gibi, seviyorum bu insanları. Zaten blogu açarken de amacım buydu, kendim gibi insanları bulmak.


Sosyal medya araçlarını kullanan tiplerin genelde yalnız ve asosyal olduğu yönünde oluşmuş bir yargı var.  Her genellemenin yanlış olduğunu bilmekle birlikte böyle bir genellemenin yapılmasının temel nedeni bilgisayar çağının insanları yalnızlaştırdığı kaygısı mı?
Bu yargı çok önceden oluşturulmuş bir genelleme ve ben inanmıyorum. Bir insanın sosyal veya asosyal olmasının sosyal ortam kullanımıyla ilgisinin olmadığı bir devirde yaşıyoruz artık, bence. 2000’lerin başındaki sabahlara kadar chat yapan ergenler günahımıza girdiler. Artık web dünyasını gerçek dünyasının önüne koyacak kadar delirmiş insan kalmadı o kadar. Kaldı ki ben gerçek hayattan tanıdığım, çok sevdiğim ama görüşemediğim insanlara ulaşıyorum, en basiti Facebook yoluyla. Yalnızlaştırmanın tersine bir yöne gidiyor. Ben henüz netten tanıştığım biriyle görüşmedim (görüşmem demiyorum ama denk gelmedi) ama tanışıp kaynaşan çok insan görüyorum. Ya da şöyle söyleyeyim, eskiden nette yaptığım hiçbir şeyden ailemin haberi olmazdı. Geçenlerde öğlen yurtta oturuyordum, maillerime bakıyorum, msn’den babam birden şunu yazdı: “Blogunu okuyordum ben de şimdi”. Düşünebiliyor musun? O kadar dikkatli yazdığım halde açıp baktım, ters bir durum var mı diye. Neyse konudan sapıyorum,özetleyeyim: Eskiden Internet ayrı bir yaşantıydı, şimdi yaşantımızın bir uzantısı. Benim babam blogumu nerden bulmuş yahu? :)


Sosyal medyanın ülkemizde yanlış anlaşıldığını düşünüyor musun?
Yanlış anlayanlar var ama ben o tür insanlarla pek muhatap olmamaya gayret ediyorum. Dedim ya geçen gün Formspring’de de, akraba meclisinde sana ahkam kesen teyzelerin fwd mail tadında linkler paylaşması Facebook’ta… Doğru anlayanlarla bir arada durmak lazım. Kafayı yiyorsun yoksa. Zaten benim her şeyi düzeltme gibi pis bir huyum var, hiç bulaşmıyorum o yüzden öyle insanlara. Müdahele etmeye de çekiniyorum, sinir basıyor.


Sosyal medya araçlarının neredeyse tamamını kullandığını biliyorum, bu araçların hayatına herhangi bir şey kattığını düşünüyor musun?
Bir şey katmak. Bu çok geniş ve kısmen yanlış olur. Ama mutlaka hayatımda bir şeyleri değiştirdi. Değiştirmek daha doğru bir kavram sanırım. Başka türlü ulaşabilme imkanım olmayan insanlara ulaşma şansı verdi bana sosyal medya. Örneğin HBBA. Açıp gerizekalı köşe yazarlarını okuyup sinirimi katlayacağıma benim düşüncemi benden daha güzel söyleyen, “Oh be!” dedirten, ya da bana bir şeyler öğreten birini okuyorum mesela. Böyle çok insan var. Ayrıca İzmir yazımda hayata bakışımın değişmesinden bahsettim ya sürekli, bunda sosyal medya yoluyla ulaştığım insanların etkisi yadsınamaz. Kullanmak bana bir şey katmıyor ama eğer bu sosyal medya araçlarını kullanmasaydım çok daha uyduruk işlerle uğraşıyor olabileceğimi tahmin edebiliyorum. En azından kısmen de olsa kaliteli vakit geçirmemi sağlıyor.


Sosyal medyanın siyasi kararlara etki etmesi bakımından bir güç olması mümkün mü?
Mümkün. Bende çok etkisi var mesela. Hayata bakışımın değişmesinin başka bir boyutu da bu. Siyasi fikirlerin oluşumunda önemli olan bilgi kaynağına ulaşabilme ve o kaynakların kullanılabilirliğidir bence. Benim normalde açıp okumayacağım gazetelerin, portalların, dergilerin içindeki mühim bir linki sen paylaştıysan mesela Twitter’da, açarım, okurum, öğrenirim. Internet çok geniş kaynaklar sunuyor ama insan onun içinde de kendini ufak bir döngüye sığdırıyor bir şekilde. Sosyal medya seni o döngüden çıkmaya teşvik ediyor, öyle ya da böyle.


Blog açma fikri nereden çıktı, nasıl gelişti olaylar?
İnan tam olarak hatırlamıyorum. Ama hatırladığım kadarıyla, ana hatlarıyla anlatayım. Blog açmadan önce ciddi ciddi açıp her gün okuduğum tek blog, çoğu blogun olduğu gibi, Aceto Balsamico idi. Oradan tıklayarak gittiğim bloglar oluyordu ama düzenli takip etmiyordum. Aceto’dan hevesleniyordum haliyle biraz. Başka bir boyutu da hemfikir insan bulma çabam. Benim tuhaf zevklerim olduğundan pek herkesle paylaşamıyorum aklıma gelenleri ve artık çevremdeki insanların anlatacağım şeye vereceği tepki az buçuk belli olduğu için daha çok insana söyleme ihtiyacı hissediyordum. Maç izlerken yaptığım ufak bir tespit mesela. Oda arkadaşımla izliyoruz -izliyorduk- maçları. Zaten çoğunu ben söylemeden o söylüyor, futbola bakışımız neredeyse aynı. Arayıp babamla konuşsam onun da ne diyeceği belli. Kardeşim de hakeza. Sınıfa dalıp erkeklerin arasına girip “Hacı dün n’oldu ya öyle maçta?!” demeyi sevmiyorum sanılanın aksine, çünkü usandım erkeklerin “Aaa sen futbol izliyor musun ne hoş” demesinden (ve akabinde “İzleme demiyorum, hobi olarak yine izle” kendini beğenmişliklerinden). Benim futbol sevgimi ve bilgimi sorgulamadan söylediklerimi dinlesin istedim insanlar. Futbol örneğini verdim ama başlarda futbol yazmak da istememiştim, engel olamadım kendime, bu da not olarak düşülsün. Kısacası, benim yaptığım saçma sapan, gereksiz bir tespite “Evet ya!” diyen insanlar olsun istedim, blog ondan var. Ama dediğim gibi, dellenip “Yeter lan blog açıyorum!” dediğim anı hatılamıyorum.


Toplumsal cinsiyet rolleri bakımından futbolu sadece erkeklerin yaratacağı ve takip edeceği yanılgısı yüzünden sorun yaşadığın oldu mu?
Olmadı. Hiç sorun yaşamadım. Diye girsem lafa :) Olmaz mı yahu. Şimdi 7-8 yaşlarıma geri dönelim: Teneffüste bahçede dolanıyorum. Benden bir iki yaş büyük erkek grubu tek kale maç yapacak, adam eksik, kısa saçlarım sebebiyle beni erkek sanarak “Gel lan gir maça” diyorlar, hiç bozmuyorum, takımım için canımı dişime takarak oynuyorum. Damarıma basılınca bağırıp çağırıyorum, kız olduğumu anlıyorlar: Ve oyundan atılıyorum. Sebep? Kızım. Lan oynuyoruz işte, ne fark eder? Kendi sınıf arkadaşlarım artık alışmıştı, arada alırlardı oyuna ama ortaokulda filan onlar da almaz oldu, malum ergenlik. Sonra yıllar boyunca babam maç izlemeye giderken benden 6 yaş küçük erkek kardeşimi götürdü, beni götürmedi, “Ne gerek var?” diye. Anladığıma, sevdiğime inansın diye deliler gibi yorum yapıyordum maç boyunca. Bak artık bu kadar rüştümü ispatlamışım, bu yaşıma gelmişim,  “The Football Book”u aldığımda heyecanla anneme gösteriyorum, “Kız başına ne lüzum var” diyor. Ne dersin buna? Bu tür konularda söylediğim en net cümle şu: Futbolu anlamak ve sevmek için gerekli tek organ, beyin. Kaldı ki erkeklerin çoğu da anlamıyor. Arda sinemaya gitmesin diye tezahürat yapan adam anlıyor mu mesela sence? Bence anlamıyor. Sadece erkek olması ona özgürce ahkam kesme şansını tanıyor. Kadınlar da ne dese kadınlığı fikrinin üzerinde bir gölge oluyor.


Bir de bu futbol konusuyla ilgili benim takıldığım bir husus var. Mesela bir genç düşün, cinsiyeti önemli değil, üniversite öğrencisi, ailesinden farklı bir şehirde kendi evinde yaşıyor, interneti var, ekonomik durumu da ortalamanın biraz üzerinde. Bu genç bütün günlerini sadece ama sadece futbolla ilgili olaylara ayırıyor. Mesela her ülkede tuttuğu bir takım var ama saplantı derecesinde bi takım tutma. Bütün üniversite hayatını bu takımlar çevresinde harcıyor. Bu durumun birçok nedeni olabilir hatta sadece sisteme sövebiliriz, içi boş düşünmeyen genç yaratma açısından. Sistem dışında en önemli nedenler neler sence?
Futbol bağımlılık yapıyor. Bence bu asıl neden. Ve aldıkça daha fazlasını arıyorsun. Başlarda Galatasaray’ın sadece ciddi maçlarını izlerdim. Sonra bazı Anadolu takımı maçları girdi işin içine, Antep deplasmanı mühimdir mesela. E rakip de önemli, bilelim dedik onların maçları da izlenir oldu. Barcelona ne güzel takım dedik her hafta 90 dakika da ona. E bu işi izledikten sonra başkaları ne demiş merak ediyorsun, köşe yazıları. Bloglar ne demiş? E bunun Şampiyonlar Ligi var, Dünya Kupası var… Bitmiyor yahu, battıkça batıyorsun. Sen bir kısmıyla ilgilenmesen bile ilgilenen biri senin de hoşuna gideceğini bilip anlatıyor zaten. Kardeşim de, üniversiteden yakın bir arkadaşım da AC Roma taraftarı mesela. Serie A’yı hiç sevmem, takip de etmem ama o ikisinin sayesinde Lazio – Inter – Roma üçgeninde yaşananları öğrendim ve son birkaç hafta ben de heyecanla açıp izler oldum.


Okuduğun iki bölüm aslında piyasada sana ortalamanın üzerinde para kazandıracak işler yaptırabilir. Neden akademi?
Paranın ne önemi var, mühim olan insanlık! Şaka bir yana, çok para gibi bir hayalim olmadı hiç. Benim isteğim bir kitap veya bir DVD’yi isteyince almanın dokunmayacağı kadar paramın olması. Akademisyenlik bunun için yeterli. Stajda iş ortamını gördüm. Çok da samimi bir ortam vardı ama bana göre değil. Deliler gibi yaptıkları işler çok anlamsız aslında, bunu görüyorsun dışarıdan bakınca. Akademisyenlikte hem araştırma yaparak, hem de ders vererek “bir işe yarıyor” olma duygusunu hissedeceğimi düşünüyorum. Sonuçta okuduğum bölüm çocukluğumdan beri hayal ettiğim bölüm değildi, kim hayal eder ki işletme okumayı? Elimde olanları hayallerime uydurmaya çalışıyorum.


Şayet hayal kırıklığına uğramaz ve pes etmezsen yüksek lisanstan itibaren ne tür konular üzerine çalışmayı planlıyorsun ya da planlıyor musun?
Şimdilik planlarıma göre doktora da İşletme ya da Lojistik üzerine olacak, kendi bölümümde ders vermek isterim ama sanki delirip bambaşka bir konuda doktora yapacakmışım gibi hissediyorum. Öyle bir haller var bende. Bir de benim önceki soruya verdiğim cevabın son cümlesi, bu sorunun ilk cümlesine bağlı gibi. Sanki ben cevap verdikten sonra sen sormuşsun gibi. Şimdi fark ettim. Hoş olmuş.


evet efenim okuduğunuz üzere böyle bi şey çıktı ortaya tabi şu kadar soruyu sorup cevapları sonra okuyunca bi bu kadar daha soru sorası geliyor insanın ben bi tenhada kıstırıp sorularımı sormaya devam ediciim belki bi yerlerde bi gün yine karşınıza çıkar. 


şimdi bi hayal kurdum da pek hoşuma gitti onu da diyeyim noktalayayım; böyle eğlenme amaçlı yaptığım röportajımsı şeyden sonra devam edermişim ve bi gün çok azılı bi röportör olurmuşum. negzel olur di mi? (bak hala soru soruyorum)