29 Ocak 2010 Cuma

kendi sorusuna kendi cevap veren panda




kendine üç kağıt açmakla objektif olmak arasındaki çizgide bi yerdeyim yine. zira şimdi şöyle bi durum var. bugün bi arkadaşımın doğum günü. hem de pek uzun sancılı bi arkadaşlığımın sürmeye devam ettiği bi kimse kendisi. aynı zamanda yaklaşık bir yıldır ev arkadaşım. doğum gününü facebooktan kutlamak dışında en ufak bi harekette bulunmadım. bunun rasyonel sebebi şudur, arkadaşını çok iyi tanıyan bi kimse olarak, şu andaki yaşam tarzını ve hayatını yakından bilen biri olarak, yapacağım herhangi bir aksiyonun kıymetinin bilinmeyeceğine derinden bi inancım var. çünkü eminim ki, arkadaşım, sevgilisi ile geçireceği ilk doğum gününün nasıl olacağını düşünmek, kurmak haricinde kalan bütün tebrikleri kulak arkası edecek ve umursamayacak. ha keza zaten şu anda farklı şehirlerdeyiz yapabileceğim şey ya telefon ederek sesli bi şekilde doğum gününü kutlamak olacaktı ya da en extrem olarak minik bi hediye alıp kargolamak olabilirdi. ama yapmadım. bunları da pişman olduğum için değil, aksine iki şey arasında kaldığım için karalıyorum. ikinci durum da şu, acaba ilkel duygu deyu tabir edilen kin,öfke şeylerinden ben kendimi arındıramıyor muyum? esas olay bence bu. zira bu arkadaşımla ilgili içimde yarayan bi kana mevcut ama yani aslında pek de yenilir yutulur cinsten şeyler yaşamadım ama madem yenilir yutulur cinsten olmadığını düşünüyorum da ben neden karşısına geçip de rerörerö konuşmuyorum, her şey yolundaymış gibi davranıyorum da ondan sonra böyle triplere giriyorum? ahan galiba biraz objektif oldum kendime. özgünün bi şarkısı vardı yurttayken kantinde çok rastlardık çok eğlenirdik, "kendime yokuş olurum" diye bi söz geçiyodu. ben de aynı minvalde kendime objektif olabiliyorum galiba.
velhasıl kendime objektif olduğuma inandığım şu dakikalarda, düşünüyorum ki iyi veya kötü ne yaparsam yapayım totalde umursanmayacak, ben iyi bi şey yaptığım takdirde daha sonra ulan niye yaptım ben bunu diyip öfkeme öfke katacağıma hiçbir şey yapmamanın pişmanlığını taşımayı tercih ettim. hiçbir şey yapmak kötü bir şey yapmak olmuyor ama bi durum karşısında herhangi bir şey yapılması gerekiyosa ve sen bi şey yapmıyosan bazı bazı bu durum kötü bir şey yapmış olarak algılanabiliyor. püff boş konuşma modları vol. üç milyon. bi de yazarken kendi sorduğum sorulara kendim cevap vermiş olmam sürekli yalnız kalacağıma delalettir, ben bunu bilir bunu söylerim. sorulacak sorularıma kendim cevap verdiğim sürece her şeyin bi anda değişmesini beklemek de tam bir apıtallık, apıtall.

28 Ocak 2010 Perşembe

kendini durdurabilme ihtimali




insanlarla iletişim kurarken özellikle yüzyüze görüşmüyorken sınır belirlemek çok zor. tabi burada kastettiğim iletişim cinsler arası iletişim. zira kızlar kızlarla, erkekler erkeklerle çok spesifik konular hariç sosyalleşme amaçlı bi iletişim kurmuyolar internet üzerinden. genel olarak karakterini bilmediğiniz biri ile iletişmek özellikle şu anlamda zor: karşındakinin eğilimini bilmiyosun ve o da senin eğilimini bilmiyo ama bi yandan da bi konular bi şeyler tutturmuşsun sohbeti koyulaştırıyosun. kimin neye eğilimi olduğu, beklentileri veya diğer kaygıları umrunda olmuyo, tek derdin o an bişiler anlatabiliyo olmak oluyo. bu noktada ben dengede tutamıyorum gibi geliyo. yani iletişim kurmakla sarkıntılık yapmak-askıntı olmak-musallat olmak arasında ince bi çizgi var ve bu çizgi o an iki kişinin arasında o iki kişiye göre belirleniyo. normal şartlarda buna karar vermek için belli sınırlarda konuşup konuşup karar veriyosun tanışma aşaması daha bi belirgin hatlarda geçiyo. e peki internet üzerinden nası olucak bu işler? ben mesela naparsam yapayım hep birilerini kendimle sosyalleşmeye zorluyomuşum gibi hissediyorum. biraz fazla üsteliyorum galiba, diğer hemcinslerime göre. hiç teklif falan beklemiyorum söyleyecek bi şeyim varsa çekinmeden söylüyorum. ama zannediyorum ki daha dikkatli, daha bi çekinik kalmak gerekiyor. öyle olmayınca karşıdan "bu kişi de hemen her şeye atlıyor canım aa bu neyy" gibi bi tepki alınabiliyo. aman diyim tikat edeyim/edelim.

26 Ocak 2010 Salı

nelör oloyor?




kimseyi iplememeyi öğrenmek gerek galiba. ama yine de kimseyi iplemeyenleri görünce ben bi acayip oluyorum. mesela şu anda bi ev arkadaşımın arkadaşı iki günlüğüne kalmaya geldi eve. gerçi kızı ben önceden tanıyorum ama pek iyi anlaştığımız söylenemez. bu evde kalması için sorun değil tabi zira yatağımda yatmayacağına göre beni ırgalamaz. yatağıma sulanmamış olmasına rağmen sahip olduğu rahatlık bana battı açıkcası. zira kız sevgilisini alıp gelmiş ve şu anda mutfağı dağıtmakla meşgul. sevgilisini alıp gelmesi de bi noktada sorun değil ama haber vermesi gerekmez miydi ya? kapıyı açınca kız ve sevgilisiyle karşılaşmış olmak çok acayip değil mi? bi de sen zaten geçici olarak, misafir olarak geliyosun bu eve üstelik rica minnet bi de ne demeye sevgilini takıyosun ki peşine? ne tür bi rahatlık anlayamadım. aynı rahatlığın ürünü olarak bi de bana kapıyı açtığımda sen neden evdesin deme cüretini de gösterdi. buradan kendisini her yerinden öpüyorum.

pasif agresif



bıkkınlık. son birkaç ayımı özetleyen kelime bu. hem de kelimenin tam anlamıyla. ne ara ben bu kadar bıktım da şu hale geldim bilmiyorum. aslında biliyorum ama işime gelmiyo o yüzden üzerini kapatıyorum.
bi de öfke. hem de birçok şeye. tahammül sınırlarımın çok çok altında bi haldeyim ve her şeye öfkeliyim, yani birçok şeye. galiba en çok kendime öfkeliyim her şeye yansıtıyorum.
ama bi yandan düzgün gitmesi gereken birkaç önemli şeyin asla düzgün gitmemesi de bu öfkenin nedeni olabilir.
zamanla aram çok iyidir. çok sıkı-fıkıyız. her şeyi saatine göre yaparım. söz verdiğim her şeyi zamanında yapma gayretinde olurum her zaman. ben çok zamanına göre saatine göre yapıyorum her şeyi ve istiyorum ki çevremdekiler de en azından benim etkilenebileceğim şeyleri zamanına göre yapsınlar.
son 2 yılda taşındığım 5. evim. aslında pratikte 2. evim. diğer 3 evden bugün taşınıcam yarın taşınıcam geçici olarak kalıyorum minvalinde kalmıştım. ama yine de toplam bu 5 evin hatta 6 evin hepsinin bi düzeni bi ayarı vardı. hepsinden bambaşka şeyler öğrendim. bu evde zaman olgumu değiştirmem gerektiğini öğrendim. ama sanırım bi bunu değiştiremeyeceğim. diğer evlerdeki tecrübelerim dayanıklılığımı arttırdı, zaman zaman ayak uydurma babında değişmem gerektiğini gösterdi ama bu seferkini başarabileceğimi hiç sanmıyorum. işin kötü tarafı aynı zaman olgusunu şu andaki işim için de değiştirmem gerekiyor, yazılacak tezim için de aynı şeyi yapmam gerekiyor. evet gerekiyor.

gereklilik ömür boyu, ben zaman olgumu değiştiremicem ama değiştirmem yönünde düzenli olarak baskı hissedicem, bunu da pasif-agresif tonlarda yansıtıp durucam. herkes zararlı çıkacak muhtemelen en çok da ben.

ama bu pasif agresif dönemim şaka yollu giydirmeler şeklinde tezahür ettiği noktada keyife dönüşebiliyor tabi dozunda olduğu sürece. bu dönem böyle idare edicem gibi.

fotoğraf: http://bit.ly/7G2EIX

21 Ocak 2010 Perşembe

hayat ne tuhaf vapurlar filan


az önce nette öylesine dolaşırken uykusuz'un sitesine girdim sevdiğim uykusuzları tek tek ziyaret ettim. sıra barış uygur'a gelmişti. 28 haziran 2009 tarihinde bir yazı kaleme almış. 28 haziran 2009'un benim yaşamımda çok farklı bir anlamı vardır. aslında çok özel bi anlamı vardı ama anlam zaman içinde mutasyona uğradı ve sadece farklı olmakla yetinmek durumunda kaldı.

28 haziran gey-lezbiyen grubunun onur haftası içerisinde anılan önemli bir günmüş. ama konumuz bu değil. ve ben nedense tam da o günü seçmiştim istiklale gitmek için. o gün hem çok renkli ve çok yoğun bi kalabalık vardı başedilmesi gereken hem de 140 yıldır tıkır tıkır çalışan tünelin çalışmayası tutmuştu.

bazen insanın başına gelenler gelecek olanların teminatı oluyormuş. bugün tekrar bi şekilde barış uygurun yazısı sayesinde aydınlanınca daha iyi anladım. çok da acayip oldu.

sabah ilk uyandığımda, hayat ne tuhaf vapurlar filan diyesim tutmuştu bi anda. bi anlamı varmış demekki.

PS: fotoğrafı barış uygurun yazısından arakladım.
http://bit.ly/6IRLoy

16 Ocak 2010 Cumartesi

tespik böceği


blogger kendimi geliştiricem daha da büyücem diyerekten böyle bi yeni aksiyonlar yapmış işte yok efendim kaç adımda blogunuza ulaşma şeysi filan. ben de bu ne ya diye bi bakarken karıştırırken iki farklı gmail hesabım olmasından mütevellit 2006 yılında açtığım ve bikaç bişey karaladığım bloguma ulaştım. tabi ulaştımda ne oldu okudum ve sildim kendisini. okurken de aslında o zamandan bu zamana hayatımın akışı çok acayip değişmesine ve kişilik/davranış olarak da çok değişmeme rağmen duygusal olarak en ufak bir değişikliğin olmadığını farkettim.

toplumsal olarak bu bence böyledir. herkes tektir, kendine özgüdür bi tane daha yoktur, tıpkı DNA'da olduğu gibi ama işte hepimiz aynıyız bi yandan.

o değil de benim bu sosyalleşme olayım overrate oldu resmen onu napcaz? du bakalım hayırlısı.