10 Nisan 2011 Pazar

bilemedim.

benim bu kendimi sorgulamalarım hatta bi süre sonra kendi kendimi kemirmelerim hiç bitmeyecek ya, işte buna üzülüyorum. kendimi severim de bi dolu saçma sapan huylarım var ve bi türlü o huylarımı, alışkanlıklarımı bırakamıyorum. buradan "yea  o huyların olmasa sen de sen olmazdın kiii" gibi geyikli ama bi yandan da varoluşsal bi tartışmaya girebiliriz ama hiç yeri değil, başka şeyler söylemek istemekteyim.

Yukarıdaki satırları 5 kasım 2010'da yazmışım. Ben hep başka şeyler söylemek istiyorum ama bir türlü söylemek istediklerime gelemiyorum. Benim olayım da bu galiba. Bilemedim tam.

Çok yakın arkadaşlarım bloga bodoslama bir şeyler yazmam için sürekli baskı yapıyorlar, ben de bu baskıdan çok memnunum açıkcası, ama yazacak pek bir şey bulamıyorum. Bunun birkaç sebebi var,

1. sürekli kendimi tekrar ediyorum, çok fazla postum olmasa da, şu sıralar düşündüklerimin bi benzerini muhakkak yazmışımdır diyorum.

2. Bir de tivitır gerçeği var. Aklıma gelenleri 140 satırda yazıp unutuyorum. blog için mesai harcama olayına gir(e)miyorum hiç. #sbt (bak burada bi hashtag kullanıyorum, düşünün o derece)

3. düzenli olarak iletiştiğim ve her konuyu konuştuğum birkaç arkadaşım var. Zaten çoğunlukla onlar okusun diye yazıyordum, şimdi direk onlara anlatıyorum. Bir de kafa içi konuşmalarımı buraya yazmayı tercih ettim uzun bir süre, ama şimdi kafamın içini başka birisine anlatıyorum.

O değil de, benim bu blogu açmamın iki sebebi vardı, birincisi Esra ikincisi de Can. Esra "ben blog açtım sen de açsana" dedi. Can ise hiçbir şey demedi, o sürekli hiçbir şey diyemeyincesi ben de bi süre sonra ona bir şey diyemeyecek duruma geldim. Can'a söyleyemediklerimi burada söylemek istedim. Çok da iyi yaptım bence. Zaten çok da iyi yaptığımı düşünmesem hiç yapmazdım ki (yuh ayı).

Başka arkadaşlarımın yıllar önce eriştiği tecrübeye, ben daha yeni ulaşıyorum sanırım. ya da normal bir insanım, işime geldiği gibi hissediyorum. kendime yokuş olamıyom ben yea. neyse ne diyoduk, evet. tecrübe. mesela geçen Gökçe ile ilişkiler üzerine konuşurken bahsi geçti: insanlar "ilişki" denen mevhumu kendilerinden o kadar uzaklaştırıyorlar ki, olursa bu kadar olur. Hep çevremizde duyarız "yeni bir ilişikiye başlayacak kudreti kendimde bulamıyorum, hazır değilim, bikbikbik" insan dediğin formdan forma girebiliyor, orası doğru. ama neticede sen bir ilişki yaşarken o ilişki senden bağımsız değil ki. öyle değil mi? ilişkiyi "sevdiğin" birisi ile karşılıklı yaşıyor olman gerekmiyor mu? arkadaşken sinemaya gidiyosan sevgiliyken de gideceksin. arkadaşınken onu önemseyip onu düşünüp bir şeyler yapıyosan yine aynısını yapacaksın. ilişkinin yükü dediğin "beyaz adamın yükü" kadar sanal bir şey. niye bu kadar abartıyosun ki? yani tabi bu dediklerim tamamen bol keseden atmasyon zira belki de gerçekten çok ağır bir yükü vardır da benim başıma gelmediği için ben bilemiyorumdur. ne bileyim. ama yani bence birisi için içinden geldiği gibi davranmıyosan, bazı şeyler için kendini mecbur hissediyosan pek sanki hımm ne bileyim yani sanki bi şeye benzemez o. belki de bu yüzden uzaktan sevmeler, karşılıksız sevmeler daha kusursuz daha bi mükemmel. nasıl olsa o sevmelerde "ilişkinin yükü" yok. 

Sürekli olarak insan tek başına sevince, bir süre sonra, sen beni nasıl istersen öyle sev, ben de seni istediğin gibi severim kafasına ulaşabiliyor. zararlı olabilir. onu da bilemedim. bu işler hep deneme yamulma, daha yamulmadığımı görmedim ama denemekten vazgeçmemek lazım.

Mesela, bir insanı, sadece sevmek pek mümkün değil bu günlerde.