27 Aralık 2010 Pazartesi

son ki üç dört

 tap favy'dır tap ten'dir ne zormuş arkadaş. halbuki ben bayaaa bi az insan dinliyorum. hatta kimi zaman bi albümle bikaç ay idare ediyorum. neyse yine de düşününce bi şeyler şekillendi. şimdi geçen ocak ayından itibaren neler dinledim bi göz geçirdim de, ben kendim galiba soundtrack addict olmuşum. ama çok güzel şarkılar oluyor ben ne yapayım. bi de soundtrackler sanki playlist yapmaya üşenenler için yaratılmış gibi. tematik şarkılar ama söyleyenler çok bambaşka insanlar gruplar filan.


tap fayv, tap ten yapmayı aslında hiç düşünmedim. ama pek sevgili Güzide'nin öyle bi ricası oldu, ben de severekten yerine getiriyorum. totalde iki tane liste yapcam ben. birincisi albüm listesi, diğeri de şarkı listesi. ben bütün yılı bu arkadaşlarla geçirdim, size de tavsiye ederim. Özellikle soundtrackler rocks, öyle ki içinde kötü şarkı yok. bi de galiba hayatıma fon müziği olacak şarkılar herhalde bu tap tendeki şarkılar olurdu diye düşünüyorum. pretty much.


1. Glee     
2. Across The Universe  
3. 500 Days of Summer
4.The Boat That Rocked
5.A Single Man




1.Regina Spektor- The Ghost of Corporate Future
2.City and Colours- Save Your Scissors
3.The Smiths- There is A Light That Never Goes Out
4.Sakin- Laleler Beyaz
5.Flunk- Six Seven Times
6-Björk-Bachelorette
7-Leonard Cohen- Lover Lover Lover  
8.Karmate- Sular Akar Doldurur
9.Beirut- Postcards From italy
10.Müslüm Gürses- Artakalan
                                    

21 Aralık 2010 Salı

meh.


her şeyi algıya, normalleştirmeye bağlayan bi insan olarak bi noktada yazı yazamaz hale geldim. zira kendi sorularıma kendim cevap vermek gibi gereksiz bi huyum var. sadece cevaplarını bilmediğim soruları yazmıyorum tabi ama en azından yazmaya başlarken bi sorunun cevabını düşünüyor oluyorum. empatinin çoğu zarar. biliyorum ama bağımlılık gibi bi şey bu neredeyse. bi de çağrışım belası var ki. of.

bi de artık inatla izlediğim her şeyi ingilizce altyazıyla izliyorum (zaten öyle çok yoran, düşündüren, uzun replikleri olan filmlere pek bakmyorum), çok iyi pratik oluyo ama şöyle bi yan etkisi oldu; ne yazsam, ne okusam, ne konuşsam otomatikmen ingilizceye çevirmeye çalışmak gibi bi huy edindim. bi de ingilizceyi öğrendikçe çok güzel kelimeler öğreniyosun böyle durumu tek kelimede özetleyen cinsinden, ondan sonra da konuştuklarının düşündüklerinin yarısı ingilizce oluyor, dil elden gidiyor a dostlar.

yazmaya başlarken aklımda olan şeyse yukardaki konuyla uzaktan yakından alakalı değildi, diyeceğim konu aslında şuydu; 

şimdi ben kendimi 3 aydır özel sektörün kollarına atmış durumdayım ya, bununla ilgili açmaz demeyelim de sürekli bi düşünce halindeyim. mesela,

1. üniversiteyi bitirmemin tek amacı aldığım eğitimle olmasa bile sahip olduğum diploma ile çok iyi olmasa da bi iş sahibi olmaktı. oldum. 

2. bu ülke şartlarında ve benim sosyal sınıfımda iyi/kötü bir işe sahip olmak demek direk iş için yaşamaya dönüşüyor. dönüştüm (buraya isteğe bağlı olarak gregor samsa geyiği gelebilir)

3. haftaiçi bir gün değil de haftasonu iki gün işe gitmemek demek daha iyi bir işe sahip olmak demek oluyor. diğer 5-6 günün hesabını kimse yapmıyor. ben yapıyorum.

4. cem karaca haklıymış, işçi olanlar işçi kalıyormuş. test ediyorum hala.

5. işçiyken bi şekilde yönetime geçenler ise sahip oldukları çiğliklerden ötürü düzenli sorun çıkarıyormuş. çıkaranı gördüm.

ondan sonracıma bi de şeyi düşünüyorum;

ortaokul, lise ve üniversitedeki arkadaşlarımı ve şimdi hemen hemen hiçbirinin hayatımda ol(a)mayaşını düşünüyorum. üç farklı okuldan bana kalan Burcu, Esra, Fatma ve Yasemin oldu sanki. Geri kalanının en önemli kısmını ben sildim, mekan değiştirince arkadaşlarımı taşı(ya)madım. önemsiz kısımlar da kendinden gitti zaten.

şimdi üniversitedeyken tanışamadığım kız arkadaşlarım var Burcu, Esra, Fatma ve Yasemin'in yanı sıra. Hem de hiçbiri iş yerinden değiller, iş yerindekiler çok bambaşka bi postun konusu onları es geçiyorum. Ama yine de düşünmeden edemiyorum, kötü bi insan mıyım ben acaba, arkamda bıraktığım insanlara zamanında çok kötü davrandığım oldu mu acaba? diye. bunları her düşündüğümde de beynimde, fonda müslüm gürses artakalan çalıyor, o da işin ilginç tarafı.

işte tam buradan da izlediğim filmlerle de senkron olacak şekilde şeyi de düşünüyorum, arkadaşım dediğimiz insanlarla bir gün bi şeyler oluyo veya olmuyo ve bi süre sonra görüşmüyosunuz ve de sanki hiç tanışılmamışcasına hayatınıza devam ediyosunuz. bi yabancılaşma aldı başını gidiyor. hah mesela bu yabancılaşmayı bi de evliyken yaşıyo olsanız mesela, çogacayip olmuyo mudur?



all good things'i izledim de bu evlilikte yabancılaşma şeysine oradan çağrıştım, belirteyim. ayrıca film gerçek bi hikaye üstelik ryan gosling'in canlandırdığı saykodelik arkadaşımız hala hayattaymış, emlak işindeymiş üstelik. adam hala hayattayken böyle bi film nasıl çekilmiş o de enteresan. bi anlamda suç duyurusu gibi olmuş zira. gerçi üstü kapalı şey edilmiş ama neyse ehm spoiler şey etmiyim şimdi. izleyiniz efenim karanlık bi film kendisi bi de müzikleri ile gereksiz bi gerilim yaratmışlar onu pek beğenmedim ama tabiyki ryan gosling sayko da olsa candır, izlenir. ayrıca frost/nixon'daki Nikson amca da oynuyor, onun için de izlenir. bi de kirsten dunst var. 

bi de sinemaya gidemiyorum arkadaş. halbuki şartlar da o kadar olgun ki. yani işten erken çıktığım 2 ya da 3 günden birinde işten çıkar çıkmaz bi üst kattaki sinemaya gidip film izleyebilirim. ama nalet gitsin ki saatleri uymuyor ya. servisle eve dönebilmem için tamı tamına 3 saat 20 dakikam var işten sonra ve fakat bu üç saat 20 dakikaya uygun film olmuyor ya. deliriyorum uleyn. av mevsimine gideyim dedim, 2 saat 40 dakika sürüyor dediler servisi 5 dakika ile kaçırdığımdan gidemedim. bi günlük iznimde de değil dışarı adımımı atmak yataktan çıkasım gelmiyor. ben de kendi filmimi kendim çekemesem de kendim indiriyorum izliyorum, anasını satayım. oh.

ondan sonracıma blogger+tivitır kızlarımızla book club kurduk, ocak ayının ortasında da ilk toplaşkayı yapıyoruz. kitabımız da Murathan Mungan Cenk hikayeleri. okumaya başladım, başka bişi demicem kitapla ilgili bütün fikirlerimi toplaşkaya saklıyorum zira, hı hımm ^^

yaklaşık bir ay aradan sonra az çok böyledir efenim.

umarım daha kısa sürede tekrar karşılaşırız. (şair burada bayrağa seslenmektedir, kimseye göndermeme yapmamaktadır)