4 Aralık 2014 Perşembe

Envanter

Yıl ufaktan bitiyorken tüm sene neler izledim, neler okudum, neler dinledim de aklımda neler kaldı onları yazmak istiyorum.

Bu sene sanırım hem müzik hem edebiyat hem de izlediklerim açısından en çok verim aldığım, dinlerken, okurken, izlerken kendimden geçtiğim bir sene oldu. 10 sene sonra geri dönüp baktığımda nelerle meşgul olduğumu görebilmek için de böyle bir şey yapayım dedim. Gerçi artık bu tür envanter işleri için tasarlanmış internet siteleri var ben de kendilerini bayılarak kullanıyorum. Aşağıya da bu sitelerden capsler hazırladım onları atacağım. Üzerine de iki kelam edeyim diyorum.

Kitaplardan başlayalım. Fakat baya iyi okuduk askjfkdsjg. Yılın ilk yarısında 10 kitap falan anca okumuşken ikinci yarıda 30'dan fazla kitap okudum, ki bu 30 kitap arasından bir de literary crush buldum kendime. Kendisi Enis Batur bey. Bunca zamandır nasıl oldu da hiç denk gelmedim, neden nasıl hiç okumadım bilmiyorum. Kitap buddyim sağolsun şu adama bi bak demişti zamanında, bi daldım çıkamadım. Enis bey o kadar yaratıcı o kadar verimli bir insan ki, 62 yaşında ve 150'den fazla kitabı var, dergileri falan saymıyorum hiç. Ben kendisiyle tanışmasaydım gerçekten benim için büyük eksiklik olacaktı, bir yerinden başladım. Siz de muhakkak bir ucundan tutun kendisinin, adam derya deniz mübarek.

Enis Batur'dan başka bir de Philip Roth bey var, kendisinin iki farklı kitabını okudum ve Amerikan edebiyatında anlatımını en beğendiğim isimler arasına girdi. Türk edebiyatının yeni sesleri diyip bir iki tane hanım kız kitabı okudum ama onlardan çok pişmanım. Melisa Kesmez ve Gül Ersoy hanımların "edebi" olduğu iddia edilen, günlüğümsü kitapları. Türk edebiyatının yeni sesleri baya dandik arkadaşlar. 

Amma velakin bir de benim canımın içi Ayfer Tunç ile Sevgi Soysal hanımlar var. Bu sene yine her ikisinin ikişer kitabını okudum çok beğenerek. Bu iki hanımın elinden çıkma ne varsa okunmalı.

Arkadaş çevrem içinde hiçkimsenin okumadığı ve Türk edebiyatında önemli biri olarak lanse edilen Erendiz Atasü'yü merak ettiğim için okudum, o da çok çalışkan ve en az bir kitabının okunması gerektiğini düşündüğüm bir insan oldu. 

Şimdi düşünüyorum baya kadın yazar okumuşum. Enis bey gibi ben de bu "kadın" yazar ayrımına uyuz oluyorum ama burada ayrımcı manada değil, tanım manasında kullanıyorum.

Misal Şule Gürbüz. Son dönem edebiyatın yüz akı yazarlarından, ben henüz bir kitabını okudum. Darısı diğerlerine.

Geçen sene okuduğum/okumaya devam ettiğim diğer kitaplar için buraya bakabilirsiniz.

Sıra geldi neler izlediğime; 

Bir önceki senenin tamamını sadece ve defalarca Doctor Who bölümlerini izleyerek geçirdiğim için piyasada iyi kötü ne izleniyor, ne nedir hiçbir fikrim yoktu. Sonra biraz tivitırdan biraz arkadaşlarımdan duyarak sonra kendim araştırarak baya bi diziler buldum kendime. Gerçi bulduklarımın yarısı iptal oldu ama yine de devam eden çok bayıldığım bir iki dizi kaldı bana.


Herhalde tüm diziler içinde benim için en kıymetlisi Peaky Blinders. Muhteşem bir dizi. Henüz iki sezonu yayınlandı. BBC dizisi olduğu için 6'şar bölümlük sezonları. Bu bir dönem dizisi. Olaylar Birmingham'da 1919 yılından başlayarak gelişiyor. Atmosfer açısından gerçekten muazzam. İnanılmaz bir dekor var. Dizinin kendisi working class'a odaklandığı için de kıymetli oldukça. Özellikle Britanya'da tv'de genelde high class'ın hikayeleri anlatılıyor. Ama burada hem 1. dünya savaşı'nın işçi sınıfının üzerindeki etkisi, hem de işçi sınıfından bir ailenin mafyatik işlerle yükselmesini beraber izliyoruz. Devletin kendi işçi sınıfına dair fikrini de ucundan biraz gösteriyorlar. Toplumdaki azınlıklar ve bu azınlıkların mafyatik ilişkilerine de yine tanık oluyoruz.

Dizinin yaratıcısı Steven Knight hikayeyi 2. Dünya Savaşı'na kadar kurgulamış. Umarım BBC piçlik yapıp yeter bu diziye 3 sezon diyip kestirip atmaz. Dizinin başrol oyuncusu minnoş Cillian Murphy'i uzun yıllar Tommy Shelby olarak izlemek istiyorum, gör bunu BBC.

Peaky Blinders dışında nolur izleyin diyebileceğim House of Cards var ama ona ben geç başladım, zaten herkes izliyor. Ben ki politik-gerilim-drama sevmem, ben bile bayılarak izliyorum. Televizyon tarihine dair en güzel şeylerden biri House of Cards. Kevin abi selamlar. İzlediğim/izlemeye devam ettiğim diğer dizilere buradan bakabilirsiniz.

Gelelim müzik mevzusuna, bu kısım baya heyecanlı. Her şey spotify'ı kullanmama inadımdan vazgeçmemle başladı sdkfjdskjg. Yok aslında inat değil de türkiye'ye gelmeden önce proxy falan uğraşmak gerekiyordu, dinlediğim müzikler de bana yettiği için gerek duymadım. Türkiye'ye gelince de şöyle bir kurcalayıp anlamadığım için kenara koymuştum. Bir de özellikle tivitırda sürekli ama sürekli bir spotify övme olayı vardı, site ve uygulama gayet güzel, övgüye değer. Ona lafım yok fakat bu spotify'dan müzik dinlemeyen adam değildir tarzı laflar beni bu uygulamadan uzaklaştırdı. Baya uzun süre ne kullancam ya kullanmıyorum mk tribinde gezdim, hazır bilmiyorum uygulamayı, uğraşmadım. Ama sonra inad edip kurcaladım, keşfettim, öğrendim. Zaten bir olayı da yokmuş oldukça basit bir mantıkla çalışıyormuş. Premium hesaba da geçtim sürekli reklam çekmemek ve offline dinleyebilmek için. Zaten spotify'ın tüm olayı benim için offline dinleme. Yolda izde hep ipoddan dinliyorum, evde ve iş yerine de internetlerim çok sağlıklı olmadığı için offline dinleyemediğim müzik benim değildi maalesef.  Çok uzattım, neyse işte spotify sayesinde geçen yıldan baya farklı insanlar da dinlemeye başladım. 

Caps çok uyduruk oldu farkındayım. Aslında last.fm'den alacaktım bunları ama oradaki istatistikler tam istediğim şeyi vermedi, o yüzden böyle uyduruk paint capsi yaptım. Sor bana pişman mıyım? NO.

Sanırım spotify'dan ilk kazanımım Elbow oldu. One day like this'i ne zaman dinlesem sanki ilk defa dinliyormuşum hissim hiç geçmedi, benim için değişik bir tecrübe oldu/oluyor. Elbow'un tüm albümlerini sevmiyorum aslında ama The Seldom Seen Kid ile Build a Rocket Boys! albümleri çok şahane. Bir tane de Jordell Bank konser albümü var o da güzel.

Sonracıma Of Monster and Men var. Bu çocukların bir tanecik albümleri var, masal müziği yapıyorlar. Bir de bu albümün akustik konser kaydı var ama spotify'da yok ben indirmiştim zamanında oradan dinliyorum çok canım isteyince. ki akustik albüm orijinal albüm kadar güzel, hatta little talks'un akustiği orijinalini döver. İkinci albümü yapın artık piçler.

Boxer Rebellion var. Bu grubu Tarık söyledi bana, baya güzel müzikleri. Amerika'dan son dönemde çıkmış eli düzgün 3-5 gruptan biri kendileri. halivud da bu çocukları seviyor, müziklerine muhtelif dizi/filmlerde denk gelebilirsiniz, sevebilirsiniz.

Editors var. Oooo Editors. Yorum yapmak istemiyorum. OOoooooOOooo Editors.

Türkçe müzik olarak yine Tarık'ın tavsiye ettiği Gaye Su Akyol ile Korhan Futacı var. Gaye Su Akyol'un albümü değişik, güzel ama bende şöyle bir etkisi oldu. Dinledim bitti, geri döndüğümde hoşlanmadım nedense. Korhan Futacı bey öyle değil, kendisini Tamburada'dan ve Dandadan'dan da biliyorum, bu albümünden de memnunum hele Bülent'e aşikum. Acayip bir şarkı. 

Çok fazlaca First Aid Kid dinledim, güzel, bu kızlar da yine Of Monsters and Men gibi masalsı şarkılar söylüyorlar, severek dinliyoz.

Alt-J var. Bu adamların müziğiyle değişik bir iletişim kurdum. Bir kere hiç benim tarzım değil, yani benim çok oturmuş bir tarzım yok ama yine de bu adamların müziği özellikle vokalin ince pes sesi hiç bana göre değil ama An Awesome Wave albümünün büyük kısmını severek dinliyorum. 

Orda burda görüp dinlediğim baya bir şeyler var ama yukarıdakilerden başka Peaky Blinders'ın müzikleri sayesinde ufkum genişledi baya. Dizinin müzikleri zaten en az dizi kadar konuşuluyor. Dönem dizisi olmasına rağmen modern müzik kullanıp bunu yakıştırabilmiş olmaları  güzel bir olay. Peaky Blinders sayesinde Jack White, biraz Nick Cave, PJ Harvey, Laura Marling, Royal Blood, Black Keys'in solisti Dan Auerbach'ın solo albümünü dinler oldum. Hebsi iyi çocuklar.

Son olarak spotify linkim na böyle. Gerçi feysbuku kapadım, bu link çalışıyor mu emin değilim. Zaten bakacak olacak şahıslarla hali hazırda arkadaşızdır. Retorik koyuyorum. (tın tın tın)

Ben çok verimli bir sene geçirdim demiştim. Bak ne kadar uzadı konu.

2014 biterken sene başındaki dileğimi yenileyeyim. 2015 bir önceki seneden daha kötü olmasın, iyi olmasına bakacağız.






28 Ekim 2014 Salı

social media you're doing it wrong

sosyal medya iletişimi biraz bozuk bir şey değil mi?

birinin bir yere kendisiyle ilgili bir şey yazması otomatik olarak tepki görmek için yazması anlamına geliyor bana göre. fakat kişinin kendisiyle ilgili yazdığı şeye tepki versen "ay bu da bana yazdı" olarak anlaşılmasına iddia oran bile açmıyor. ya da benim niyetim bozuk bilemiyorum.

açıktan noldu bi şey oldu desen, bu buna yazıyor olur. dm'den desen bu da benim her yazdığıma bi şey diyor olur. iletişim kuralım diye giriyoruz ama iletişim kurmamak için takla atıyoruz. çünkü sınır olmadığını varsayarak hareket ettiğimizde duvara tosluyoruz genelde. yine de çok da güzel iyi anlaşabildiğim insanlara var, yetiyor onlar sağolsunlar.

bi de bu sosyal medya dedikleri gavurun mediocrity dediği şeye övgü gibi yav resmen. herkes her zaman aynı şeyleri yazıp duruyor, buradan marjinallik beklemek aptallık ama yine de herkesin bu kadar ortalama olması ve bunu vasata çekmekten hicap duymaması üzücü.

bu mevzudan ayrı bi de hiç sike sürülmeyecek bir fikri akılsızın birinin yazıp,  sonra üstüne yüzlerce insanın bu en gereksiz mevzu üzerine sayfalarca konuşması, tartışması var. 5 para etmeyecek fikir tartışılıp o kadar büyüyor ki yazan insan, şişen egosu sonucu uçmaya başlıyor. don't feed the troll out don't feed the akılsız in.

whatevs

eskiden, müzik dinlemeyi bilmezken, müzik sadece fondu benim için. şimdi sadece müzik dinlemek için vakit ayırıyorum, müziğin içinde kayboluyorum. güzel deneyim skjdfk.

çok okuyandan ziyade düzenli okumaya çalışan bir insanım, pek de kayda değer okumadığımı düşünürüm esasen. edebiyat odaklı oluyor okuduklarım(ki tema olarak bayağı da sınırlı neyse ona girmeyelim) ama hiçbir zaman yazabileceğimi düşünmemiştim. birkaç defa okuduğum kitaplardaki cümleleri okumadan kendi kendime düşündüğümü fark ettim, birkaç kişi de sen neden hiçbir şey yazmıyosun bu kadar okuduğuna göre kafanda bir şeyler oluyodur denemelisin diyince bende hafif bi heves oluştu. fikri bile hoş. yeni dönem kedi şeyini görmüş yara sanmış yazarları gibi değil de azıcık daha derine inebilen bir şeyler yazabilecek biri olabilsem keşke diye hayal kuruyorum ufaktan.

aşırı küçük, mini minicik şeyleri çok büyük bir şeymiş gibi algılamaya başladım son dönemde. aşırı ilgisizlikten muhtemelen oluyor, ama aşırı ilgi görmememenin faili ben değilim, bu durumu değiştiremem. o yüzden böyle devam edeceğim. ama sonuçta insanların benim beğendiğim şeyleri beğenip bunu belirtmeleri güzel bir şey. bi yandan da yeni insana tahammülüm yok, böyle böyle yaşlanıp ölüyosun sanırım.

iş arkadaşlarıyla vakit geçirme mevzusunun bana çok acayip geldiğini fark ettiğimde ne yalan söyleyeyim biraz zavallı bir durumda olduğumu hissettim. çünkü hayatımın çok büyük bir kısmını iş yerine iş yerindeki insanlarla geçiriyorum. ofisi en az 5 kişiyle paylaşıyorum ve beraber vakit geçirebileceğim hiç arkadaşım yok. 300 kişilik fabrikada 1 kişi var iletişim kurabildiğim o da biraz bozuk bi iletişim türü(bu konuya hiç girmeyelim altan).

sene başında kara kitap'a başlayıp daralıp bırakmıştım, şimdi kendime ve arkadaşlarıma verdiğim söz sebebiyle geri döndüm daha iyi gidiyor şimdi. bazen vay oç ne biçim yazmış derken yakalıyorum kendimi. kitabın bir yerinde pamuk beyin oryantalizme çakmasına uyuz oldum ama neyse sonuçta benim karşı argümanım sağlamlaşmış oldu. oryantalizm benim hassas noktam, oryantalizme laf edeni görünce kutsalıma küfredilmiş gibi hissediyorumsdfkjdg yok bu kadar değil tabii ama yine de 6 yıllık uluslararası ilişkiler eğitimimden gurur duyduğum tek şey şarkiyatçılık'ı okumuş ve kısmen anlamış olmam. o yüzden hoşuma gidiyor hava atması.

bazen her şey gözüme çok kötü görünüyor, sonra geçiyor. böyle böyle yaşlanıp ölüyosun sanırım.



10 Ekim 2014 Cuma

kisisel tarihim icin notlar - I

merhaba,

neredeyse bir yıl olmuş buraya bir şey yazmayalı. buraya yazacaklarımı, üzerinde biraz düşününce genelde ya çok manasız buluyorum ya da başka bir şekilde arkadaşlarıma anlatıyorum falan derken komple kepenkleri kapatmışım. ortalığın tozunu almaya geldim, yine gideceğim.

1 yıldır bir mobilya fabrikasında çalışıyorum. öncesinde, nefret ettiğim halde 1 yıl tam zamanlı 2 yıl yarı zamanlı olarak aynı firmanın satış mağazasında çalıştım. çok tesadüfi bir şekilde de 1 yıl önce fabrikaya transfer oldum. baya memurluk düzeninde bir iş. haftada 5 gün, tüm resmi tatiller tatil. bu işe gelene kadar 6 yılda 3 farklı işte çalıştım ve hiçbirinde özellikle sonuncusunda hiç resmi tatil tatilim olmamıştı. bu işte bunu elde edince mal bulmuş mağribi oldum.

maaşı dışında çok şikayetçi olduğum bir konu yok. maaş mevzusunu da yakın gelecekte çözeceğimi düşünüyorum. işle ilgili en güzel şey yöneticimin olmaması. bağımsız çalışıyorum herkesten. kendi kendimin patronuyum adeta dskjfsd(fabrika işçisinin delüzyonu). arada gidip kendimi şikayet ediyorum, neleri yaptığımı anlatıyorum falan. düzenli iş zamanımın büyük bir kısmına el koyduğu için daha organize olmaya başladım, işten arta kalan vakitlerimi optimumda değerlendirmeye çalışıyorum.

işten başka hayatımda olanları ise şöyle ana başlıklar şeklinde toparladım: birtakım canım arkadaşlarım, dizi/film, kitaplar ve müzik.

spotify sayesinde(yüzünden mi desem) daha önce dinlemediğim grupları dinlemek, bir sürü dizi izlemek, diziler inerken de kitap okumak şeklinde bir düzen oturttum. internetim o kadar yavaş ki bir iki bölüm dizi inene kadar bir kitap okuyorum sdkjfs(abart).

aslında yazı yazmaya karar vermemin sebebi yazdığım son cümle. ben 2003'de dersaneye giderken yanımda muhakkak kitap taşırdım. ev ile dersane arası otobüsle 45 dakikadan aşağı sürmezdi(hala çok büyük bir değişiklik yok bu konuda). azıcık trafik de olursa 1 saatte eve anca gidebiliyordum. bu yüzden de gidip gelirken yoldaki tüm vakti kitap okuyarak geçiriyordum. bu sayede de elimdeki kitapları kısa sürede bitirebiliyordum(geçen okuma hızıyla ilgili test çözdüm, günde 2 saatlik düzenli okumayla yılda ortalama 60 kitap falan okuyabilirmişim). bir defasında dersaneden iki arkadaşım sabah kahvaltısına gelmişti bizim eve ve onlar daha merkezi yerlerde oturdukları için yol çok uzun gelmişti onlara, doğal olarak. otobüsten indiklerinde arkadaşım "senin nasıl bu kadar çok kitap okuduğunu şimdi anladım" demişti.

şimdi artık her gün o kadar uzun yol gitmiyorum, gitsem de midem bulandığı için yolda 15 sayfadan çok okuyamıyorum ama şimdi zaten kitap okumak için evden çıkıyorum. zaten sanırım bir tek ben kendimle buluşmak ve muhabbet etmek için dışarı çıkıyorum. gidip oturduğum yerlerde hiçkimse tek başına değil, genelde başkalarıyla buluşmak için oralarda oluyorlar. çok garip........ ksjfksdf

diyeceğim şey şuydu; bazı şeyler hiç değişmiyor. eskiden otobüs yolcuğuluğunu kitap okuyarak değerlendiriyordum, şimdi evde yavaş internet yüzünden bir şeylerin inmesini beklerken kitap okuyorum.

ama tabii ki artık daha bilinçli bir okur olduğumu düşünüyorum, yukarıda yazdıklarımı okuyunca sanki vakit öldürmek için kitap okuyormuşum gibi oldu(TABİİ Kİ ÖYLE DEĞİL). demek istediğim 10 yılda davranışımda pek de bir değişiklik yok. hayatımda majör değişiklikler olsa da hayatıma yansımasında o kadar majör bir durum yok gibi.

yeni işe alışma, masterı idare etme falan derken 2013 yılının ilk 6 ayını aşırı verimsiz geçirdim(her anlamda). ne bir şey izledim, ne bir şey okudum doğru dürüst. yaz gelince bir silkelendim. izlemek istediğim fikir sahibi olmak istediğim birçok şeyi izledim. 100 günde 20 kitap okudum(kişisel rekorum olabilir). 2 defa minik tatile çıktım. çok güzel kitaplar aldım. Sine sağolsun 162 tane ebookum oldu(daha doğrusu yaklaşık 1000 tane ebookum var ama ben içlerinden 162'sini seçtim).

düzenli satın aldığım kitaplar ile bu 162 ebook, şimdiki okuma hızımı göz önünde bulundurursak önümüzdeki 3 yıla yetiyor da artıyor. tam bir nereye sıçacaklar durumu.

bir de ben kütüphanemi yakın çevreme açık tutma taraftarıy(d)ım. o kadar para verip aldığım kitapları sadece benim okumuş/okuyacak olmam yeterli değil, merak eden herkes okusun diye düşünüyordum ama birkaç acı tecrübe ile kütüphaneme kilit vurmaya karar verdim. 5 adet çok sevdiğim kitabı 1 sene önce bir arkadaşıma vermiştim sadece 2 tanesini okudu 1 senede, ben de elinden aldım tamamını. ki kendisi "ev hanımı".

bir diğer acı tecrübe(ki bu çok acı) yüksek topuklar, çavdar tarlasında çocuklar ve birkaç kitabı daha kitap okumayı çok seven kuzenime vermiştim yaklaşık 1,5 yıl önce. kendisinden defalarca istememe rağmen kitaplarımı bir türlü geri vermedi, geçen gün tekrar istedim babamla yollamış kitaplarımı FAKAT yüksek topuklar yok(özellikle istemiştim bunu, aşırı kıymetliydi benim için, birçok yerini çizmiştim). çavdar tarlasında çocuklar'ın da üstüne su dökmüş kitap kabarmış. o kadar üzüldüm ki kitabı öyle görünce. bundan sonra nah da veririm kitaplarımı. kilit vurucam kütüphaneye.

yüksek topuklar için tabii ki mücadeleye devam edeceğim, gidip evi basmayı düşünüyorum kısa zamanda. kitabı bulamazsam kan çıkar.

bazen tivitırda insanlardan "uf bu da hep aynı şeyi yazıyor" gibi şikayet tivitleri okuyorum. normal bir tivitır kullancısı hayatında ne olursa onu yazıyor. trafikte çok vakit geçiriyorsa ondan şikayetçi oluyor, yaşlılarla çok vakit geçirmek zorunda kalırsa onu anlatıyor, sürekli yeni şarkılar dinliyorsa onları paylaşıyor, bir şeyler okuyorsa onları anlatıyor,bir şeyler izliyorsa onu söylüyor doğal olarak.

ama insanlar birbirlerini takip ettiklerinde yazdıkları her şey üzerinde bir hakları olduklarını düşünüyorlar nedense. ve bu sebeple de sonsuz bir eleştiri hakları olduğuna inanıyorlar. bu da bir noktada yazılacak her şeye bir blok koyuyor. kafamıza eseni rahat yazalım diye girdiğimiz mecra üstümüzde baskı aracı oldu. buradan acayip bir politik analiz çıkardı ama şimdi ne gerek var. off çok analiz. aşırı farkındalık. net doğru.

başka şeyler de oldu diycem ama pek de bir şey olmadı. aklıma gelen olursa II olarak yazarım yine.

selametle.