6 Ağustos 2010 Cuma

polonya! notları


polonya anılarımı(hahaayyt 15 günlük minik bir şehirde düzenlenen atelye çalışması bütün bir ülkeye nasıl mal edilir onu okudunuz, nasılsınız iyi misiniz?) nasıl yazsam diye kasıntı kasıntı gezmekten bi haftayı boş geçirdim, en iyisi nevi şahsıma münhasır yazı staylam (a.k.a bodoslama) ile yazayım gitsindi. buyrun.

-polonya'yı tam göremedik tabi. şimdi bi şehir görüp (aslında 1,5) polonya şöyle polonyalılar da böyle demek yanlış olur. efenim ben Lublin'e gittim. kültürlerarası diyalogun var olup olmadığı, olup olamayacağı test edildi onaylandı. Lublin Varşova yakınlarında minik bi şehrimiz. tam anlamıyla bir üniversite şehri. bayağı bir öğrenci okumaya gidiyomuş. biz yaz tatiline denk geldiğimiz için şehir bildiğin hayalet kasaba gibiydi.  ama biz grupçak kalabalık olduğumuzdan pek de koymadı açıkcası. 

-lehçe çok zor dil arkadaş, yazması ayrı dert, o acayıp jıları çıları şıları doğru okumak daha da büyük bir dert. neyseki karşılaştığımız insnaların çok büyük bir kısmı ingilizce biliyordu pek sorun yaşamadık açıkcası. zor olmasına rağmen türkçede kullanıldığı gibi kelimelerde yok değildi. messelam torba, firma, kupon.

- karşılaştığım kadarı ile (uykusuzdaki gibi oldu bu da aklımda kaldığı kadarı ile dünya tarihi) polonyalılar da bizim gibi insan, hatta inanmazsınız italyanlar da aynı bizim gibi insan. bulunduğumuz atmosferin de etkisi ile gayet iyi kaynaştık, iyi oldu çok da güzel iyi oldu. böyle interneyşınıl bi insan oldum, keşke bir mucize olsa da italyaya gidebileceğim burs bulsam gibi bi dert bile edindim kendime. ama hakkaten bu yurtdışı deneyimi çok verimli oldu. vizyonum gelişti resmen onu farkediyorum.

-kendimde farkettiğim tek farklılık vizyonumun gelişmiş olması değil tabi. messelam kötü de olsa ingilizce konuşabiliyomuşum, 15 günün sonunda ilk güne nazaran çok daha iyi konuştuğumu farkettim. sonracıma birey olmayı başarabilmişim, koyun değilmişim, topluluktan farklı hareket etmeyi öğrenmişim, çekinmeden uygulayabiliyormuşum.

-italyanca öğrenmek istiyorum. çogüzel dil.

-polonyalılar, italyanlar ve türkler olarak anlaşabilmek için tek yolumuz amerikan kültürü üzerinden örnekler vermek ve ingilizce konuşmaktı. üzüldüm biraz. babilin kuleleri geldi aklıma. sonra üzülmekten vazgeçtim. dünyada tek bir dil olsa o da ne olursa olsa ama insanlar sadece bir dil konuşsalar da sırf bu dil mevzuundan iletişim kopukluğu yaşanmasa dedim (tek dil, tek bayrak, tek dil faşistliği değil bu dediğim tabi).

-türkler olarak faşist, önyargılı ve sürü olduğumuz gerçeği bir kez daha gözüme sokuldu. buna daha çok üzüldüm. ha bi de üniversiteler (büyüklerini bilemiyorum, bizimki küçük olanından) en ufak bi vizyon katmıyo insanlara. dünyadan bi haber yaşamasına rağmen kendini kral sananlarla dolu etrafımız. hadi ülke içinde herkes öyle hissediyo sırıtmıyo da yurtdışına çıkmaya görsün o bünyeler. çok pis oluyor. çok kötü oluyor.

-polonyalılarla konuştuğumda türklere karşı belirgin bir önyargıları olmadığını gördüm ama italyanlar bizzat kendileri itiraf ettiler.  türkleri çok kapalı kutu, muhafazakar, soğukkanlı, anlayışsız sanıyolarmış. bir de iyi bir şey söylediler benim nezdimde. benim sayemde bütün bu önyargılarının değiştiğini ve türkiyeye muhakkak geleceklerini söylediler. ben de havalara girmedim değil :)

-fotoğraf çektirmenin anı ölümsüzleştirmekten farklı bir boyutu varmış onu öğrendim. messelam, şimdi siz kalkıyosunuz gidiyosunuz yurtdışlarına ama oradaki yabancılarla kaynaşmıyosunuz hiçbi şekilde. fakat böyle bi aksiyon bi atraksiyon oldu mu alıyosunuz elinize makineyi pardon birine veriyosunuz makineyi kaynaşmadığınız insanlarla çooookk mutlu ve çooook samimi pozlar veriyosunuz. bi de albüm patlatıyosunuz feysbukta, en şekillisinden. millet de sanıyoki siz interneyşınıl biri oldunuz çok harika çok kaynaşka günler geçirmişsiniz. vallahi pes. hayır işin kötü tarafı bunu bi tek yapan türklerdi ya. nasıl bir gösteriş budalalığıysa artık, bilemiyorum.

-toplama kampı gördüm hayatımda ilk defa. korkunç bi deneyimdi. ki bizim gördüğümüz kadarı kampın 4'te 1'i kadarıydı. gerisi savaş sırasında yok edilmiş. fakat kalanı hatta sadece krematoryum bile yeterliydi oradaki vahşeti anlayabilmek, görebilmek açısından. toplama kampını gezdiğimde farkettiğim şey ise tarih dersleri boyunca bize öğretilen şeylerin çok eksik olmasıydı. şöyleki, biz tarih derslerinde şunu öğrendik. 1.hitler ari bir alman ırkı istiyordu 2. birinci dünya savaşından sonra almanyanın ekonomisi çökmüştü ve bütün üretim araçları yahudilerin elindeydi. 3. hitler yahudilerden nefret ediyordu. bunlar doğru ama çok eksik. zira hitler ya da genel olarak naziler sadece yahudilerden nefret ettikleri için bunları yapmamışlar. adamlar insan bedeni üzerinden inanılmaz bir ekonomik sistem kurmuşlar. ha bir de o toplama kamplarında sadece yahudiler değil nazilerin hoşuna gitmeyen her türlü insan çalıştırılmış, işkence edilmiş ve yakılmış. insan bedeni üzerinden kurulan ekonomiyi ise şöyle örneklendirebiliriz, toplama kampına getirilen insanların saçları kesiliyormuş ve birkaç tane şirkete satılıyormuş bir çeşit ip yapmak için, ki bizim gittiğimiz kamptan sanırım 730 kilo saç satılmış. ikinci bir örnek ise, kampa gelenler yakılmaya gönderilmeden önce bütün vücudu kontrol ediliyormuş şayet dişlerinde altın kaplama varsa sökülüyormuş, kişi yakıldıktan sonra külleri şayet akrabaları istiyorsa onlara satılıyormuş. bu yazdıklarım gördüklerimin çok küçük bir kısmı ama bu bile bir şeyleri tekrar düşünmemize yeter. zira toplama kampları 2. dünya savaşından sonra ortadan kalkmadı sadece biraz şekil değiştirdi. ha bi de bu korkunç kampın tam önünde bi anıt var idi. bi tane gerizekalı orada çok mutlu bir şekilde poz verip bir de feysbuka koymuş. böyle şuursuzlarımız da var. gerçi biz alışkınız kendi başımıza gelenlere tepki vermediğimiz için böyle insanların varlığından rahatsız olmuyoruz ama italyanlar az daha olay çıkarıyolardı. aman yeter bu kadar dedikodu.

-türk olarak doğmuş olmanın ezikliğini de hissetmedim değil ara ara, insanlar ne hayatlar yaşıyolar yurtdışlarında dedim ama sonra dedimki bu işlerin vatanla, ırkla bir ilgisi yok tamamen duygusal işler. şayet sosyo- ekonomik durumun ortalamanın üzerindeyse sen her türlü kralsın, türk olmuşsun ne önemi var. böyle de marksist bi insanım.
- son olarak, ben türklere yabancılaştım bütün atelye çalışması sırasında. ulan amma ayı bi milletmişiz, ne sürüymüşüz ne atarlıymışız, ne agresifmişiz, diye de çıkarımlar yaptım, bütün atelye çalışması  boyunca (ekseriyetle geceleri) italyanlarla ve polonyalılarla takıldım.  tabi karşımdakiler de durur mu yapıştırdılar yaftayı, sen italyan oldun en iyisi git cenovada yaşa deyu. ama kim taktı bunu, hiçkimse. gerçi öyle bi fırsatım olsaydı kaçırmazdım. lan acaba gabriele'i kafalasaydım da kaçırsa mıydı beni, hem geek, hem yakışıklı, hem atletik hem çevik hemi de zeki. simoneyi kafalayamazdım zira çok koyu katolik idi ve bir de sevgilisi var idi. neyse du bakalım ya henüz hiçbi şey için geç değil :P (emreye özel not: her geyiğin altında bir gerçek yatar diye düşünme, gabriele ile ilgili düşüncelerim daha önce söylediklerimle aynı)

ayrıca gördüğünüz gibi bir italyan, bir türk ve bir polonyalı'nın diyalog için hiçbir şeye ihtiyacı yok, birkaç vodka shot her şeye yeter.

-içki bayağı ucuz polonya'da. daha doğrusu bize ucuz. zira zlotinin türk lirası ve euro karşısında değeri oldukça düşük. ama bu parasal mevzular dışında daha seksist bir ucuzluk da mevcut idi. messelam, bazı barlar var haftada bir gece ladies night yapıyor ve belli şeyler bazen belli saate kadar (mesela gece yarısına kadar) bedava oluyor, bu bedava şeyler geneld vodka meyvesuyu oluyo ama neticede bedava. ya da bütün gece bir ürün çok ucuz oluyo. mesela bize bi gece denk geldi. bi vodka shot türk parası ile 0,50 kuruş idi. tabi biz kısa süreliğine orada olduğumuz için bize hava hoştu ama temeline bakarsak baya rahatsız edici bir durum var. çeşitli kıvrak manevralarla kadının mal olarak pazarlanması slav ülkelerini çok fena durumlara sokuyor. sonra bütün slavlar "nataşa" oluyor, en kalabalık deplasman ukrayna oluyor.

- yemek mevzuna hiç girmedim, aman girmiyim zaten en gereksiz bi konu. he bizim yemeklerimiz süper onlarınki bi boka benzemiyo, he anam. şaka bi yana her yerde kebapçı var ama satılan şeyin kebapla yakından uzaktan alakası yok. ve herkes türkleri sabah akşam kebap yiyo sanıyo.

muhakkak yazmayı atladığım şeyler de vardır, şayet hatırlarsam yeni bi post olaraktan girerim. ha bi de benim röportajlarım var ıdı. pek yakında sırasıyla yayınlamaya başlayacağım. ben yokken yaz temizliği yapılmış evde, bütün eşyalarım çeşitli yerlere sokuşturulmuş, bi defterim var idi soru hazırladığım, bulayım onu, hemen başlatıyorum işlemleri, biz sizi ararız.




8 yorum:

  1. çok iyi olmuş ayol bu yazı. bayıldım. gitmiş kadar oldum. ama gidemedim. bu ne yaman çelişki.

    YanıtlaSil
  2. ehehe teşekkür ederim, darısı en tez vakitte başına gelir işalla :D

    YanıtlaSil
  3. Peki Sinem, bu türklerin ne gibi davranışları oldu böyle seni bu kadar tiskindirecek? Onlardan biraz örnek verir misin acaba bizlere ;)

    YanıtlaSil
  4. ahaha esracımm, aslında yukarda baya bi şeyler anlattım ama illa detay diyosan anlatayım,
    workshopun ilk başladığı gün daha hiçbir şeyi keşfetmemişken " çok sıkıldık biz"ler havada uçuştu. bütün workshop çalışmaları boyuncada yapılan eylemleri ırkçı ve aptalca buldular paşalarımız, polonyalıları ezik, italyan kızlarını orospu, italyan erkeklerini de pezevenk ilan ettiler. sabah kahvaltılarında, öğle ve akşam yemeklerinde sadece türklerden oluşan masa oluşturup orada yediler, çok yüzeysel olmak dışında kimseyle iletişim kurmadılar. iletişim kuran türklerle de bayağı bi dala geçip laf soktular.
    mesela son gece farewell parti vardı bu parti gidecekler için yapılmış bi organizasyon neticede ve türk grubundan ben ve emre dışında zamanında gelen yoktu. geri kalan ekip partiden önceki 2 saatlik boş vakitte içip sıçtıkları için 1 saat kadar geç kaldılar. ardından fotoğraflardan oluşan slayt gösterisinde türklerin fotoğraflarının çok az olduğu ve bunun en önemli sebebinin ise polonyalıların italyanlara yalakalık yapmak olduğu yönünde saçma sapan bir yargı ile hemen olay mahallinden ayrıldılar. ki olayın iç yüzü şuydu, toplamda iki slayt yapılmıştı. birincisi itlayanlar ve türklerin fotoğraf makinelerindeki fotoğraflardan oluşacaktı. fakat türk grubundan fotoğraf istenen kişi(ben kendim oluyorum o kişi) bi türlü fotoğrafları yetiştirip teslim edemediği için (işte internet bağlantısının kötü olmasından ötürü mail atamamak ve ertesi gün de kabloyu götürmeyi unutmak gibi tamamen teknik bi sebepler) sadece italyanların makinesinesiyle çekilen fotoğraflar slayt haline getirilmiş ki bunun için de özellikle özür dilediler ben de o bizzat benim hatam ama sorun değil altı üstü bi slayt dedim. ama geri kalan türkler bu olayı son derece saçma bi şekilde yorumladılar(kişi kendinden bilir işi) ve olay çıkarmamakla birlikte ortamı soğutup erkenden ayrıldılar. kendileri için yapılmış organizasyona dahi böyle bir terbiyesizlik yapmaları bile başlı başına onları tanımamız için yeterli diye düşünüyorum. bu workshoptan öğrendiğim en önemli şeylerden biri şu oldu; gün boyu sarhoş gezmemek lazım yoksa insan ziyadesiyle paranoyak olabiliyor kişiliği de müsaitse of anam.

    YanıtlaSil
  5. benim hiç haberim yoktu bu polonya mevzusundan. apışıp kaldım valla :)

    YanıtlaSil
  6. demek ki o tivikler okunmuyor hiç :P

    YanıtlaSil
  7. kaçırmışız demekki arkadaşım. ama insan bir sorar yani bakın polonya'ya gidiyorum, birşey istiyor musunuz diye. gücendim yaa

    YanıtlaSil
  8. ben de bunu kaçırmışım kusuruma bakma, bi dahakine sana en iyi votkadan getircem söz :)

    YanıtlaSil