17 Şubat 2011 Perşembe

son paragraf için yazılan bol paragraflı bi post

toz şekeri gibi dağıldım desem yeridir. evin dışında çoook fazla vakit geçirmek durumunda kalıncası, çok şeye fırsat olmuyor. mesela dizi izleme olayını neredeyse komple kapadım gibi. bi house izliyorum, bi glee izliyorum bi how ı met your mother bir de the big bang theory. böyle ard arda yazınca çok gibi göründü ama görünmesin zira neredeyse tatil arası bölüm yayınlama gibi bi şey yaptı bunlar. bi havalandılar. bi bi şey oldu yani. 60 gün ara verir mi bi dizi ya? el insaf. tamam eyvallah film gibi çekiyosunuz dizileri ama düzenli olarak 2 haftada bir yayınlayın olsun bitsin, ne olur sanki?


evin dışında çoook vakit geçirmemin başlıca sebebi tabiki işim. haftada en az 3 gün öğlen 1 akşam 10 çalışıyorum. diğer günlerde de sabah 10 akşam 7 çalışıyorum. bu kadar uzun saatler çalışınca takdir edersiniz ki geriye bir şey yapmak isteseniz bile pek vakit kalmıyor. yaklaşık iki haftadır 7'de çıktığım günler işten çıktıktan sonra eve gelmek yerine ya sinemaya gidiyorum ya da kahve içmeye gidiyorum. dolayısıyla evde sadece uyumaya vakit oluyor. kahve içmek için gittiğim yere de o kadar sık gider oldum ki, artık adımı ve ne isteyeceğimi biliyorlar. tam emerıkın oldum lan. hehe.


ikidir sonu mutsuz aşk filmi izliyorum ve inanmazsınız kendimi iyi hissediyorum. filmlerin film olan tarafları değil de gerçek hayatta olabilecek kısımları ve mutsuz sonu bir araya getirince, kendi kendime diyorum ki "lan bak böyle bir aşk bile mutsuz bitti, senin başına neden iyi bi şey gelsin?" biraz manyakça gelebilir kulağa ama öyle. şu kadar kusursuz aşk bile olmadı, olduramadılar. aşk benim neyime diyorum kahvemi içiyorum, keyfime bakıyorum.


gün içinde çok fazla şey düşünüyorum, çok yazı yazmak istiyorum ama o an yazamıyorum ya, her şey gidiyor arkadaş. şu blogu açıp bi şeyler yazmaya çalışıyorum ama pek beceremiyorum gibi geliyor yoksa şüphen mi var?


mail aracılığıyla edindiğim başka hayatları izleme şansımı devam ettirmek istiyorum. tivitırdan severek takiplediğim ve dinlemek istediğim (şu ana kadar harekete geçmediğim) insanlara sirayet edesim var yine. ama sirayet edecek konu yok yahu.


benim bu pişkinliğimin sebebi de Gökçe ile Çağrı. ben ikisine de farklı zamanlarda "ay sen aşırı derecede sevimli bi şeysin öyle anlatılacak gibi değil, sen anlat ben dinlerim" dedim. geri çevirmediler beni. birisi HAYIR diyene kadar böyle devam edicem herhaldeyse. merak kediyi öldürür derler ama hakkımda hayırlısı.


127 hours, the king's speech, the fighter, black swan. hepsini izledim. hepsini beğendim. aslında teke tekte bıraksan sabaha kadar konuşurum ama mesela tivitırdan falan spoiler olacak diye hiçbi şey yazamıyorum içimde kalıyor. spoiler işi beni hiç bozmuyo açıkcası, ama izlememiş olanlara saygısızlık gibi geliyor ondan ötürü yazamıyorum. ühü. gerçi sinema blogunda yazarlığım var, orada değerlendirebilirim bu filmleri. niye serzendiysem. yazı yazarken genel olarak bi serzeniş halinde oluyorum ondan herhalde.


son olarak, aslında sadece belli bir konu üzerinden bi insanla tanışınca, tanışmış sayılmamak lazım. daha doğrusu o konu dışında kalan  o insanla ilgili her şeyi sen kafandan tamamlıyosun. dolayısıyla aslında olmayan bi insanla arkadaşlık ediyosun. senin hayalindeki kişi olduğuna inandırdığın için kendini, çok süper çok da süper güzel iyi sanıyosun o kişiyi. halbuki o da bi insan işte. daha fazlası değil.

2 yorum:

  1. işe ilk girdiğin gün bir yorum atmıştım. dön bi daha oku o yorumu. ben dediydim

    YanıtlaSil
  2. ısrarla işimden nefret ettiğimi ya da edeceğimi düşünüyosun İlker. ben tam tersi hususunda ısrarcıyım. işimi seviyorum. baştan her şeyi kabul etmiştim. benim için uzun saatler çalışmak hala sorun değil. yazdıklarım şikayetten ziyade durumu betimlemekle ilgili bi şeydi.

    ha hoş, özel sektör ya da devlet memurluğu bize hayalini kurduğumuz hayatı sağlamayacak. senin dediklerinin herhangi bi faydası yok bu açıdan.

    en iyi ihtimalle işi bırakıp evde oturup koca bekleyebilirim, ki hiç tarzım değil. çalışmaya devam.

    YanıtlaSil